GİTMEK Mİ ZOR KALMAK MI ZOR?

Merhaba sevgili okur. Bu hafta gençlerle konuşmak istiyorum izin verirsen. 18-19 yaş grubu. Çünkü aralarından bazılarının tadı tuzu yok, görüyorum.

Ülkedeki herkes gibi, mühendisi, doktoru, gazetecisi, yazarı, boyası, sıvacısı, öğretmeni gibi öğrencisi de yurtdışına gitmek istiyor. Büyük bir çoğunluk böyle. Bir kısım genç üniversiteyi yurtdışında okumak üzere pozisyon alıyorlar. Başvurularını yaptılar, bir kısmı cevap bekliyor bir kısmına cevaplar geldi.

Geçen hafta yurtdışından kabulü gelen bir yakınımızın annesi, teyzesi ve kendisiyle birlikte bir kahve içtik. Tebrik ettik, kutladık. Ancak çocukta hem sevinç ve umut hem de bir gerginlik vardı. Konuşmaya başladık. Gerilmesinin doğal olduğunu, aileden ayrı yaşamanın okumanın elbette hem heyecan verici hem zaman zaman stresli olabileceğini ama bunların hepsinin bir tecrübe olacağından falan bahsederken kız dedi ki ‘O değil, konu yalnızca o değil’

– Konu ne?

– Konu böyle gelişmemiş, fakir ve insan haklarının olmadığı bir üçüncü dünyasından gidip medeni dünyada kendine yer açmaya çalışmak… Tüm o önyargılar…

– ….

– “Öyle” biri olmadığımı anlatma çabası

Gençlerin kendilerini içinde hissettikleri çember bu. Gelişmemişlik, medeniyetsizlik, fakirlik, insan haklarının ve özgürlüklerin olmadığı bir köşeye sıkışmışlık…

Buna kimsenin hakkı yoktu, çok yazık.

– Bak beni iyi dinle. Bu söyleyeceklerimi sana kendisi de yurtdışında yaşamış, okumuş ve evlenmiş biri olarak söylüyorum. Sana bir ideal satmıyorum yani, gayet gerçekçiyim. Biz gittiğimizde burada iyi kötü bir demokrasi ve liberal bir hava vardı evet. Gittiğimiz yer de öyleydi. Biz Amerika’daydık, Clinton dönemiydi, Amerika’nın en ballı zamanıydı, her yerde Türk öğrenciler vardı ve herkes çok başarılıydı. Okulda Türk öğrencilerin “çok çalışkan ve zeki çocuklar” imajı vardı. Çünkü her gelen bir öncekinden daha başarılı bir çocuk çıkıyordu. Elbette başkaları da vardı ama biz çoğunluktaydık ve haliyle ülkenin geneli biz gibi görülüyordu. Buna rağmen “sizde deve yok dimi?” “siz neredesiniz tam olarak orta doğunun neresinde?”, “burda namaz kılmayacaksın değil mi?”, “ehehehee bunda domuz eti var ehehehee”, “şimdi kocan başkasıyla da evlenebiliyor dimi?” gibi manalı manasız bir sürü şey duyduk dinledik. En iyi zamanı bile böyleydi ve kimsenin, hiçbirimizin umurunda değildi çünkü ne olduğumuzu biliyorduk. Kendimize güveniyorduk. Dünyanın en büyük şehirlerinden birinden, İstanbul’dan gelen şehirli, medeni, zeki, genç insanlardık. Türkiye dünyanın en güzel ülkelerinden biriydi. Üç tarafı denizlerle çevrili, her tarafı tarih dolu, müzeleriyle gelip geçmiş medeniyetleriyle, çok kültürlülüğüyle, boğazlarıyla şahane bir ülkeden nefis bir şehirden geliyorduk. Bu Amerikan köylüleri İstanbul boğazının resmini gördüğünde bu hangi nehir diyorlardı. O dönem ülkemizde aksayan hiçbir şey yok muydu? Elbette vardı. Ama bu ne geldiğimiz yeri ne bizi eksilten bir şey değildi. Amerika’yı Trump gibi bir acayip bir tip yönetti ve yine yönetecek muhtemelen bu Amerika’yı ne yapar? İngiltere’yi yöneten Boris Jonhson Cem Yılmaz karikatürü gibi bir adam bu İngiltere’yi ne yapar? Bizimki de böyle biri. Bizimki böyle, Putin ortada zaten, Kore’ninki ortada. Her yerde bir türlü var. Ama bu ne seni, ne geldiğin yeri, aileni, şehrini, sana yapılan yatırımı, eğitimini, öğrendiklerini bağlamaz. Böyle bir insan başta. Ülkede ekonomik kriz var. Beğenmediğimiz, memnun olmadığımız politikalar var. Bunların senin değerinle bir ilgisi yok. Git büyük teknoloji şirketlerine içerde Pakistanlı, Hintli mühendisler göreceksin. Sen kendine bak, kendine güven. Türkiye geri kalmış ve medeniyetsiz bir üçüncü dünya ülkesi değil. Türkiye doğru yönetilemeyen bu sebeple de zor zamanlardan geçen çok güzel bir ülke. Bu. Ne daha fazlası ne daha kötüsü. 

Ne kadarı geçti bu genç insana bilmiyorum. Ama şunu söyleyeyim gerçekten üzüldüm. Samimiyetle. Gençlerimiz gidiyor ve boynu eğik mi gidiyorlar bir de? Bu mu yani?

Ailelerden ricam, evet çok kızgınız, biliyorum. Ancak gençlere şunu söyleyelim. Bugün bu hükümet var ve bu politikalarına kızıyoruz, yarın başka bir hükümet gelecek ve başka politikaları eleştiricez. Hiçbir politikacı babamızın oğlu değil. Hiçbir siyasiden sorumlu değiliz. Çok beğenir oy veririz hata yapar olabilir. Oy alamaz, seçilemez ama şahane insandır olabilir. Siyasetçiler bizim değerimizi belirlemez ancak ülkenin düzenini etkiler. Benim kim olduğumum, nasıl yetiştiğim, nasıl bir insan olduğum, ne okuduğum, kaç dil bildiğim, nerde yaşadığım, zevklerim, hobilerim tüm artı ve eksilerimle bana ait. Bilmemne bakanı ve imza attığı kağıtlar benim değerimi değiştirmez, yaşadığım ülkenin koşullarını değiştirebilir. O da şimdilik ha. Bugün, bir süre için. Kimse sonsuza kadar kalıcı olamadığına göre, her şey değişir. Her şey. 

Gençler kendine güvensin.

Gittiğiniz yerlerde, göreceksiniz, çok az kişi sizden başarılı olabilir onlar da muhtemelen asyalıdır. 

Göreceksiniz.

Kendinize güvenin. 

Güzel bir hafta ve gençlerimize bol şans diliyorum. Gidenlere de kalanlara da. 

XXX

Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 18 senedir “yapıcam”.

DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:

www.mehtaperel.com 

www.mehtaperel.wordpress.com

www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com

instagram.com/mehtaperel

 

twitter.com/mehtaperel

Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)