DİN VE DEVLET İŞLERİ

Siyaset konuşmaktan nefret ediyorum. Cidden sevgili okur, siyaset kadar sevimsiz bir şey olamaz ama bu hafta sana anlatmak istediğim şeyleri ve duygularımı, siyasetten ya da siyasi bazı kimselerden ayrı anlatmak çok mümkün değil. Ne yazık ki böyle. Yoksa sefasını başkasının sürdüğü bir iş koluyla çenemi neden ben yorayım değil mi? Çakarlı Mercedes’e ben mi biniyorum ki? Dimi? Bana ne. Ve fakat hayatımızın her aşamasına işlemiş bir hastalık olduğundan siyaset…

Amerika’da yaşarken, yaşadığımız yerdeki insanların dünyadan habersizliğiyle çok dalga geçerdik. Sadece kendi lokal haberlerini okuyup dinleyen dünyanın geri kalanında ne olduğunu bilmeyen ve merak da etmeyen “Amerikan köylüsü”nü kendimizce boş bulurduk. O zamanlar biz değişiktik. İtalya’da ne oluyor, İspanya seçimlerini kim kazandı, Fransa başbakanı kimle evlendi, aa kadının ikinci evliliğiymiş mi? Avrupa birliği kriterleri neymiş gibi şeyler de ilgimizi çekiyordu. Peynirin kilosu kaç lira oldu veya bugün Cuma namazı çıkışı bakalım kim terörist ilan edilecek dışında da şeylerle ilgilendiğimiz daha gelişmiş olduğumuz bir dönemdi bu. Şimdi daha Neanderthal yaşıyoruz mecburen. “hömö hömö çöngölköy hıyarı 45 lira hömö” diye böyle. Biz böyle değildik yaşarken olduk.

Neyse…

Kınama kınanacak hale düşersin dedikleri buymuş demek, sen misin Yunan hava sahasına giren Türk uçaklarıyla ilgilenmeyen Amerikan köylüsünü hor gören, cahil bulan Türk. Al sana patlıcan en ucuz nerede savaşları. Tek gündemin bir bu bir de elektrik faturası olsun da gör gününü. Kim ulan İtalya başbakanının karısı? Kaçıncı evliliği bilen var mı? Yaa işte hayat böyle yapar insanı…

Neyse. Hafta sonu Eyüp Sultan camine gittik. Hayret değil mi?

İnsanı dinden imandan soğuttukları için bir süredir kilise kilise gezip dua dilek ritüellerimi kiliselerde gerçekleştirdiğimi fark ettim. İnsan böyle bir canlı. Olay kendi kontrolünde değilse ama bir dileği talebi de varsa bunu isteyebileceği daha büyük ve kudretli bir güce ihtiyaç duyuyor. 

Biz böyle bir evde büyüdük zaten. Bizim ailemiz “mütedeyyin” bir aile değildi. Bizimkisi tam Cumhuriyetçi, Atatürkçü, laik bir aileydi. Hep böyle oldu. Annem mayosunu giyip denize de girerdi Ramazanda arkadaşlarıyla 7 cami de gezerdi. Teravih namazlarını da kaçırmazlardı, duasını eder, namazını kılar, orucunu tutardı. Babam da aynı şekilde. Mesela Ramazanlarda asla rakı içmezdi ama eğlenmeye İbrahim Tatlıses’lere Sibel Can’lara gidilirdi. Rakılar açılır, dansözlere para takılırdı. Klasik Türk ailesi yani. Biz okunmuş şekerlerle, okunmuş pirinçlerle, Yasin’le, Nazar duasıyla, felak’la, Nas’la, Vevşen’le, tesbihle büyüdük. Hafta sonları Boğaz’da Palet restoranlarda Ferdi Özbeğen eşliğinde, bitiştirilmiş sandalyede uyumayı beceren jenerasyondanım ben. Annem İzmir’li Kürk sarayından aldığı içinde adı işli kürkünü üstüme örterdi. Ergenlik dönemimde öff içim sıkıldı dediğimde annem elime tesbih verip “Allahın 99 ismini çek rahatlarsın” derdi. (Esmaül Hüsna mıydı?) 

Din konusunu burnumuza tuta tuta birileri bizi öyle bir hale getirdi ki dinden imandan soğuduk yahu. İllallah dedik. Cenazeden cenazeye camiye gider hale geldik, getirdiler. Olur şey değil.

Neyse.

Ben hamileyken Eyüp Sultan’a gitmiştim mesela. Duamı etmiştim. Allahım oğlumu sağlıkla kucağıma alayım yine geleceğim demiştim. Oğlum çok şükür doğduktan sonra tekrar gidip şeker bırakmıştım. O zaman öyleydi. Yatır kısmının girişinde bir demirli pencere vardı oraya bir kutu kesme şeker bırakıyorduk. Bir dileğimiz varsa da, bizden önce dileği gerçekleşmiş ve şeker bırakmış başkasının kesme şekerinden alıp dileğimizi tutarak yiyorduk. Bizimki olunca biz götürüyorduk. O zaman öyleydi. Şimdi insanlar lokum dağıtıyorlar. Daha mantıklı sanki. Şaman adetler aslında ama insana kendini iyi hissettiriyor işte.

Neyse.

Gittik yine yıllar sonra. Önce yatır kısmını ziyaret ettik. Sonra cami kısmına geçtik. Kediler girdi içeri, biri kucağıma oturdu. Ben elimde meşhur güllü kitap, önümde biraz pirinç ve su, oğlumun sınavları sular seller gibi geçsin diye pirinç ve su okuyorum. Kedi kucağımda uyuyor. Çok hoşuma gitti. Sonra bir takım insanlar Almanya’daki akrabalarına önce canlı yayın yapıp, kediyle beni çekmeye ve “bak bak abla hayvan severler burada da var, herkes de kötü değil, saat kaç orda şimdi” diye bağıra bağıra face time yapmaya başladı. Ben hiç kendimi bozmadım. Hiç.

Dini kafamıza kafamıza da atsalar. Dinden örtüden veya örtünmemekten bizi ne kadar da kutuplaştırsalar, camide facetime da yapsalar, küçük çocukları salıp ortalığı birbirine de katsalar, etrafımız nerede nasıl davranacağını bilmeyen görgü kurallarını öğrenememiş insanlarla da dolsa…

Allah’la arama girmelerine izin vermedim. Dualarımı okuyup suyuma pirinçlerime üfledim. 

Çıkışta erkekler tarafına gittim. Kocamı almaya. Allahım bir panik burası erkekler tarafı diye adamlarda… Tamam dedim kardeşim bayılmadık sizin çoraplarınıza, kocamı arıyorum… Bulamadım tabii… Çıkmış o benden önce.

Dışarısı da çok tatlıydı. Hava çok güzeldi, cami ve havuz çok tatlı görünüyordu. Bizim gibi biri (anladınız siz) lokum getirdi. Teşekkür edip aldık. Kendimiz gibi birilerini gördüğümüze de memnun olduk çünkü sayıca azalmışız. Dedim ki biz de sınavdan sonra gelip lokum dağıtacağız, tamam dedi Sarhan. Bir fotoğraf çekildik bu günü hep hatırlayalım diye. 

Ben: Ay ne güzel çıkmışız, hava da şahane

Sarhan: Evet çok güzel

Ben: Acaba instagram’a koysam mı fotoğrafımızı , telefonun hafızasından belleğe attığımız fotolara dönüp bakmıyoruz ama instagrama koyarsak döner bakar bugünü hatırlarız

Sarhan: Koy tabi hayatım

Ben: Şey gibi olur mu acaba? Ne bileyim? Şey gibi?

Sarhan:?? Ney gibi?

Ben: Böyle ak parti yalakası gibi? Cami falan?

Sarhan: Hayatım ne alakası var ya? Ne münasebet! Böyle hissettirmelerine izin verme!

Ben: Ne bileyim onlar böyle ya hep. Bayraakkk, camiii, dinnnn. İki ihale kapan profile Ayasofya koyuyor ya artık

Sarhan: Bizi tanıyan herkes bizim ne olduğumuzu biliyor. Seni inançlarından uzağa itmelerine izin verme. Bunlar kimsenin tekelinde değil.

Sanırım bize yapılan en büyük fenalık bu oldu. İnançlarımızdan öteye düştük. Bir şeyi çok kafaya kafaya vurunca o şeyden bir huylanma geliyor. Ve bizlere yapılan en büyük haksızlık bu oldu bu dönemde. Din bizim olayımız değilmiş gibi bir muamele gördük garip bir şekilde. Oysa ne alakası var? Biz annesiyle camiye giden, sağındaki solundakine bakarak namaz kılmaya çalışan, Allah korkusu olan, merhametli, dua etmeyi bilen ama giyimiyle kuşamıyla ve yaşantısıyla Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı insanlardık. Cami önünde fotoğraf çekilmek ayıplı bir şey değildi bizler için. Kendimizi bir yere yamanmaya çalışıyormuşuz gibi hissetmezdik, aklımıza bile gelmezdi. 

Ne tuhaf.

Neyse girdiğim o kafadan çıkardım kendimi. Bugün bizi beğenmeyenler Eyüp nerede bilmezken ben annemin elinden tutup Eyüp Sultan’a dua etmeye gidiyordum diye düşündüm. 

Bu cumartesi bir sürü değişik şey hissettim. Seninle de paylaşmak istedim bunu sevgili okur. Ama itiraf edeyim. Sıraya oturmalı, alttan hafif müzik verilmiş ve çok sessiz ibadet ortamı daha çok hoşuma gidiyor. Daha kolay konsantre oluyorum duaya. Yerde oturarak ve etrafta face time yapanlarla zor. Allahtan kedilerin girmesine ses etmediler. 

Neye inanıyorsan oraya gitmeyi bırakma sevgili okur. 

İnancınla arana giremesinler.

Tüm dualarının gerçekleştiği bir hafta dilerim. 

XXX

Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 18 senedir “yapıcam”.

DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:

www.mehtaperel.com 

www.mehtaperel.wordpress.com

www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com

instagram.com/mehtaperel

twitter.com/mehtaperel

Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)