HAFTAYA BAKIŞ

Merhaba sevgili okur, bu hafta sana ne yazacağımı belirlemek üzere haberleri tararken hiçbir konuyu üzerine uzun uzun yazacak kadar ele alamadım açıkçası. Her okuduğum başlıkta bir öfff duygusu geldi. Elbette, değil tam bir sayfa üstüne günlerce yazabileceğim bir konu vardı ama yarın benim de oğlumla vedalaşıp Silivri’ye doğru giderken videolarımı paylaşmak zorunda kalmayın diye yazamıyorum. Tek diyebildiğim çok yazık bu ülkeye. Çok çok çok yazık. Biz ılımlı siyasal İslam diye bir şey olmaz derken bizi “demode cumhuriyet teyzeleri” olarak değerlendirip, ciddiye almayıp dalga geçenler umarım kafalarını taşlara vuruyordur şimdi. Aynı tipler bugün de ülkeye kaçak giren yabancılar konusunda bizi ciddiye almıyorlar. Bu kez de bize “ırkçı” diyorlar. Yarın yine yazarız. Demiştik deriz. Ve yine iş işten geçmiş olur heyhat….

Neyse konumuz bu değil.

Konularımızdan biri üst üste gelen alkol zamları. Bu böyle zam yapmak değil bir yaşam şeklini baltalamak, insanların keyfine limon sıkmak, kendisinden olmayanı cezalandırmak, adına ne derseniz deyin. Ve fakat herkesin burnuna pudra şekeri çekmek gibi bir arzusu yok ki. Bazılarımız bunun yerine şarap içmeyi tercih ediyor. Bu suç mu yani? Suç bu mu oldu daha doğrusu? Yeni gelecek zamlarla 30 liranın altında bira kalmayacak gibi duruyor. En üfürük bira 28 lira olsa… Yahu bu gençler bir yere gidip nasıl bira içecek, böyle rezillik olur mu? Geçen geziyoruz Sarhan’la, pırıl pırıl tertemiz gençlerimiz, oturmuşlar Migros’un kapısının önündeki taşlara, Migros’tan aldıklarıyla kapının önünde takılıyorlar. Bir kafeye gidecek mecalleri yok. İş mi bu? Bu ülkede genç olmak ne büyük zorluk oldu, yazıktır, günahtır yahu. Bu çocuklar nasıl seyahat edecek, nasıl gezip dünyayı görecek, nasıl gençliklerinin tadını çıkaracak, uzmanlaşmak istedikleri konularla nasıl ekstra eğitim ya da kaynak kitap alacak, nasıl sevgili yapacaklar, nasıl hediye alacaklar, nasıl iş bulacak, iş kuracak, ev araba alacaklar? Nasıl olacak? Çok ayıp ya. Valla. Çok ayıp. Hepimize ayıp. Bu gençlerin yapamadığı her şey bizim ayıbımız. Tek tek senin çocuğunun benim çocuğumun yapabiliyor olması yetmez. Olmaz öyle. Bu ülkenin gençlerinin içinde bulunduğu kaos hepimizin meselesi. Çok üzüntü verici. Elden de bir şey gelmiyor ne yazık ki.

XXX

Yerli dizileri izliyor musun? Kessen izlemiyordum ama son dönem izlemeye başladım. İyi çıkan birkaç diziden sonra süzerek ve seçerek şans vermeye başladım. Öncelikle Aşk-ı Memnu diyorum. Her daim izlenecek bir dizi benim için. Şahane. Buradaki kahramanım (Kıvanç’tan sonra tabii) Nebahat Çehre. Sevgili okur kendisinin hastasıyım. Böyle bir şey olamaz. Kendisine yazılan diyaloglardan, giyiminden, kuşamından, tavırlarından, gülmesinden, karakteri işleyişinden, güzelliğine kendisine çok bayılıyorum. Geçen Sarhan’la Akmerkez’deyiz bir baktım Nebahat Çehre. İnanamadım. Öyle güzel ki pes. Yahu kaç yaşında vallahi yüzü benden gergin böyle bir şey olamaz. Kilosu falan yerinde, fıstık gibi kadın. Bayılıyorum. Bir ara şeyi izliyordum, neydi, hastalarının hayatını yazıyor diye eleştirilen kadının dizisi…. Masumlar Apartmanı! Acayip sarmıştı ilk sezon ama sonra o kadar hızlı çöktü ki izleyemiyorum artık. Sürekli kendini tekrarlayan oyunculuklar, sürekli çığlık çığlığa “çok kirli çok kirli yaklaşma” diye, hep aynı diyaloglar yordu. Onu bıraktım. Camdaki Kız’a başladım. Burada da Nur Sürer’in hastasıyım. Çok acayip bir kadın, nefis oyunculuk, o tavırlar, hareketler, bakışlar… Nefis. Nur Sürer’in olduğu sahneleri suratımda kocaman bir sırıtmayla seyrediyorum. Şahane. Bunun dışında konu, ne bileyim, beni rahatsız eden bir tarafı var. Aklıma yatmayan yani. “O kadar mahcup ve utangaç ve içime kapanığım ki şoförümle fingirdiyorum” kısmı çok aklıma yatmadı. Ya da “öyle delikanlıyım öyle delikanlıyım ki ekmeğini yediğim ve baba dediğim adamın gelinine kerkiniyorum” kısmı tam oturmadı öyle değil mi? Mantık hatası var gibi. Bence tabii. 

Çok şahane yabancı diziler var, instagram hikayelerimde ve twitter’da paylaşıyorum beğendiklerimi. İstersen bak sevgili okur, belki beğendiğin bir şeyler bulabilirsin.

XXX

Çok uzun zaman sonra tekrar makyaj yapmaya başladım. Hala rimel süremiyorum ama en azından bir allık bir far sürmeye başladım. Hatta oje bile sürüyorum bazen. Sürekli el yıkamaktan hemen bozuluyor ama bir kaç saat hoş görünüyor en azından. Covid meselesiyle beraber lens takmayı bırakmıştım. Lens takmayınca da göz makyajı yapmak çok anlamlı gelmiyor bana ne yalan söyleyeyim. Özellikle rimel sürdüğümde gözlük camlarıma çarpan kirpikler hiç rahat olmuyor. Sonra maske yüzünden cilt makyajını da kaldırmıştım. Şimdi yavaşan başladım yine bir şeyler sürmeye. Özlemişim süslenmeyi. Maske konusuna gelince, ben hala kalabalıkta maske takıyorum. Takıyorum çünkü hemen yanımdaki insan Covid mi değil mi bilmiyorum. Huzursuz olduğum ve hasta olmak da istemediğim için hala dikkat ediyorum ve ellerimi sürekli kolonyalıyorum. Bunu çok kolay bırakamayacağım sanırım. Öyle hissediyorum. 

XXX

Şimdiden evin içinde dolanan oğlumun arkasından içli içli bakıyorum. Ne çabuk büyüdü, seneye bu zamanlar nasipse üniversiteli olacak ve evde olmayacak belli ki. Tam idrak edemedim aslında galiba. Bir yanım yapmak istediği şeyleri yapabilmesini diliyor ve onun adına seviniyor. Bir yanım hep böyle kalsın istiyor. Liseden mezun olacak bu sene, inanamıyorum. Ne acayip. Lisenin bitmesi bir dönemin kapanması resmen. Çünkü Lise bittiğinde aslında çocukluktan resmen genç-yetişkin kısma geçmiş oluyorsun. Çok şanslıyız ki Allah bu günleri görmeyi nasip etti. Duygusal zamanlar aslında. Atahan doğmadan önce uzun bir süre Sarhan ve ben baş başaydık. Biz evlenir evlenmez çocuk yapmadık çünkü çok genç evlenmiştik ve okullar vardı falan, böyle bir çocuk yapmalık zaman yoktu. Sonra Türkiye’ye döndük ve işe girdik, biraz para biriktirelim dedik. Çocuk yapmaya karar verdiğimizde aradan epey zaman geçmişti. Yani biz uzun bir zaman ikimiz takıldık. Bunun nasıl bir şey olduğunu biliyoruz. Biz Sarhan’la hep iyi arkadaş olduk. Beraber keyif ve kültür gezmeleri yapmayı, beraber yemek yapmayı, beraber içki içmeyi, ikimiz baş başa konsere, eğlenmeye, sinemaya, tiyatroya gitmeyi severiz. Hatta özellikle de bunu ikimiz baş başa yapmayı severiz. Çünkü biz eğlenmek için bir şey yapmaya çıktığımızda kendimizden başka kimsenin gönlünü hoş tutmakla uğraşmak istemeyiz. Bir hafta için bir yere gidicez  mesela bunda da birilerine uyum sağlamak zorunda kalmak falan bizi yorar. Biz ikimiz yaparız. Zevklerimiz aynıdır, aynı şeyleri severiz, aynı şeyleri yeriz, aynı şeylere bakar aynı şeylerden sıkılırız. O yüzden oğlumuz evden çıktığında bizi neyin beklediğini üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Güzel vakit geçireceğimizi de biliyoruz. Ancak bu oğlumuzu çok özleyeceğimiz gerçeğini değiştirmiyor. Bakalım olaylar nasıl gelişecek… Duygusal zamanlar. 

XXX

Bu haftalık bu kadar sevgili okur. Sana kısa kısa birkaç konu ile geldim. Umarım biraz kafanı dağıtabilmişimdir. Kendine iyi bak, moralini yüksek tut. Her şey biter unutma. Her şey… Hiçbir şey sürekli kötüye gitmez. 

Güzel bir hafta dilerim. 

XXX

Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 18 senedir “yapıcam”.

DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:

www.mehtaperel.com 

 

www.mehtaperel.wordpress.com

www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com

instagram.com/mehtaperel

twitter.com/mehtaperel

Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)