BİRAZ DA SİYASET

Merhaba sevgili okur, biraz Türkiye ve siyaset mi konuşsak bu hafta? Ne dersin? Seni de baymak istemiyorum bunlarla aslında ama yani, öyle zamanlardan da geçiyoruz ki, başka ülkelerin tüm yıl konuştuğu gündemi biz öğlene dek tamamlıyoruz falan. Böyle bir aksiyon, böyle bir hareketlilik. Gel parça parça konuşalım her şeyden seninle. Bu hafta da böyle olsun ne yapalım.

Ekrem İmamoğlu’nun otobüsü meselesi. Doğu Karadeniz’e bayram vesilesi ile giderken yanına Nagehan’ı, Ertuğrul Özkök ve Akif Beki’yi falan alması… Başkaları da vardı İsmail Saymaz falan ama… Abi Nagehan nedir yahu? Tartışma buradan çıktı değil mi? Kabataş yalanına yapışıp yargısız infaz yapan, Gezideki gençleri kriminalleştiren, ‘Bizim askerlerin eşleri güneydoğu’daki gaziler için marif takvime soyunsun” diyen, Atatürk’e “katliamcı” diyen Nagehan. Nagehan bu yani. Kocası var ROK. Hadi Ertuğrul Özkök’ü bile koy kenara ki koyamıyor insan ama… Ama Nagehan Alçı?

Yine de esas hata bu olmadı sanki. Esas hata, Nagehan’a gazeteci muamelesi yapmanın hata olduğunu anlayıp, geri vites yapmak yerine Murat Ongun’un İsmail Küçükkaya’ya ‘Sosyal medyada 200-300 kişi tartışıyor umurumuzda değil’ demesi oldu. Yeni bir İsmail Küçükkaya vakasına doğru adım adım ilerlerken dedik ki “Başkan çıkar bizi kucaklar şimdi”. Başkan çıktı evet. Dedi ki ‘vız gelir tırıs gider’. Bir de ‘akıllı olun’ dedi. 

Vay arkadaş. 

Öncelikle, “ciddiye almadıkları” sosyal medya olmasa İBB’nin ne hizmetlerini duyuracağı ne de yapmak istediği hizmetlere belediye meclisinde nasıl taş konulduğunu anlatacağı bir mecrası yok. Arada Fox’a ve Halk TV’ ye çıkıyor o kadar. Belediye meclis toplantılarını sosyal medya hesaplarından canlı yayın yapmaları bundandı zaten. Ekrem İmamoğlu, başkanlığı süresinde de başkan olabilene kadar da sosyal medyayı arkasına alabildiği, işlerini ve sesini oradan duyurabildiği için kendini güzel anlatmadı mı? Millet ittifakındaki partiler ve yetkilileri televizyona falan kaç kere çıkabiliyor, kaç dakika kalabiliyorlar?? Seçim gecesi tüm süreci 15 dakika arayla sosyal medya hesaplarından duyurarak yönetmediler mi bu insanlar? O gece 200-300 kişi bizi destekliyor demediler bugün 200-300 kişi beğenmedi önemli değil nasıl diyorlar? Ne lüzumsuz bir konuşma. 

Ve 200-300 kişi değildi bu arada! Şahan Gökbakar’dan, Athena Gökhan’dan, Fazıl Say’dan Elmas Topçu’ya herkes bozuk attı. 

Bu konuda şöyle bir yorum okudum çok hoşuma gitti. Demiş ki (twitter’da Varcharian diye bir hesap) ‘Başkan kibir yapma, biz kibir isteseydik kralı sarayda’. 

Bence de. Bence önce Murat Ongun’un kendisine dönüp ben haddimi aşıyor olabilir miyim zaman zaman diye bir bakması lazım. Bu iş bana iki beden büyük gelmeye başlamış olabilir mi? Ben bu işler için biraz genç, ve çiğ kalıyor olabilir miyim demesi lazım. Ekrem İmamoğlu’nun da herkesi kucaklamaya çalışırken, yani, Midyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmaması lazım. 

Herkes kendi bilir tabii.

Bu arada bir CHP oy vereni olarak şunu söylemek isterim. Bence şu içinde bulunduğumuz durumun biraz da sebebi bu. Şu ekonomik kriz patlayana kadar en çok konuşulan konuların başında “tedirgin muhafazakarlar” geliyordu, hatırlıyor musun sevgili okur. Amman tedirgin muhafazakarları daha da tedirgin etmeyelim, aman huzursuz muhafazakarları korkutmayalım, aman endişeli muhafazakarları germeyelim. Böyle bir yalakalıklar, politik doğruculuk adı altında kaburgasızlıklar falan. Yahu bir Allahın kulu da demiyor ki endişeli ve üzgün laikleri daha da üzmeyelim. Bir CHP’li de demiyor ki bu “bu gazeteciler” Ergenekon tutuklamaları döneminde olsun, Gezi döneminde olsun acılarımızın üzerinde tepindi, bizim oy verenlerimiz bize inanan insanların saygısı kaybetmemek veya vicdanını kanatmamak için yanımıza kimi oturtup kimi oturtmayacağımıza bir bakalım be kardeşim. 

Demiyorlar bunu.

“Biz, 15 yaşındayken 16 kilo ölen Berkin’ e terörist diyenleri, Kabataş yalanını ekranlarda pompalayanları, Kuddisi Okkır’ın Ali Tatar’ın, Türkan Saylan’ın üzerinde tepinenleri de gazeteci diye yanımıza alıp, seçim gecesi çuvalların üzerinde bizimle omuz omuza mücadele eden bu insanların kalbini kırmayalım.”

Demiyorlar bunu.

Kendi partimiz için endişeli muhafazakarlar kadar dahi değerli değiliz demek ki. Şükretsinler ki partiyi Atatürk kurdu. Ondan bırakmıyoruz. Muhteviyatı “200-300 tane” kendi şahsi menfaatleri için bir araya gelmiş iş adamı işte. 

Ve fakat!

Bu demek değil ki içinde olduğumuz koşulların GERÇEK SORUMLULARINI görmezden geleceğiz. Biz, bugün geldiğimiz durumun, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyolojik problemlerin gerçek sorumlularının kim olduğunu aklımızda tutacağız. Bir belediye başkanına neden bu kadar canla başla tutunmak zorunda kaldığımızı, ne yaşadığımızı, neden bir cankurtaran bir kahraman bulmak zorunda kalmış hissettiğimizi aklımızda tutacağız. 

Biz belediyenin hizmetlerini idare etmekle vazifeli bir devlet memuruna neden bu kadar canla başla tutunmaya çalışıyoruz? Neden? Ne yaşıyoruz da böyle bir duygu durumundayız? Bu yaşadıklarımızın sorumlusu kim?

Cevap belli. O halde, yola birlikte çıktığımız insanlar hata yapacaklar. İkaz edeceğiz, kendilerini düzeltmelerini isteyeceğiz, bir daha hata yapmamalarını talep edeceğiz ve çok anlam yüklemeyeceğiz. 

Biz üzerimize düşeni yapacağız. Kendimiz ve çocuklarımız için daha güzel bir ülke istiyorsak buna göre oy vereceğiz. Duygusal olmayacağız, hayal kırıklığı yaşamayacağız. 

Ben “biatçı” bir insan değilim. Asla bunu kabul etmem! CHP’de böyle bir gelenek yoktur zaten. Ancak içinde yaşadığımız koşullardan o kadar rahatsızım ki Kılıçdaroğlu önüme pet şişe koysa oyumu EVET basar geçerim. Çünkü bu koşulları değiştirebilmek için yapabileceğim başka bir şey yok.

Kızın, öfkelenin, protesto edin, ikaz edin, şikayet edin ama iş oy vermeye geldiğinde evleneceğiniz insanı değil bir politikacıyı seçtiğinizi unutmayın.

Bence tabii.

XXX

Gelelim kontrolsüz kaçak erkek birey geçişi meselesine.

Ülkeye kontrolsüz kaçak geçiş konusu doğru düzgün tartışılamıyor. Sürekli sulandırılıyor ve herkes sulandırıyor. Ülkemizde kontrolsüz kaçak geçiş bir sorundur. Bu kaçak geçişle gelen yabancı uyruklu insanların ülkeye kafalarına göre dağılıyor olmaları, kayıt altında olmamaları bir suç işlediklerinde bulunamıyor olmaları, geldikleri ülkede ne tip suçlara karıştıklarının bilinmiyor olması, aralarında terör örgütü üyesi ya da pedofil olup olmadığı, burada bir entegrasyona tabii olmamaları, geldikleri ülkenin sosyal, kültürel, yaşamsal kurallarına entegre olmadan, kanunlarını öğrenmeden araya karışmaları sorundur. Metroya binip kadınları küçük çocukları videoya çekmeleri sorundur. Taksime gidip travestilerin kapılarında bizi içeri alın da sizi s*kelim diye bağırmaları ve bunu normal bulmaları sorundur. Bunların sorun olmadığını düşünmek için ağır geri zekalı olmak lazım. Gerçekten. 

Ve fakat bu sorunu “hepsini atalım”, “hayır atmayalım besleyelim”, “o zaman al evinde besle” seviyesinde tartışmanın da çözüme faydası olmamaktadır. Birileri birilerini ırkçı olmakla o birileri de diğerlerini kendi vatanını sevmemekle, vatan hainliğiyle suçluyor ve konu kilit. Biri çıkıyor bunlar ucuz işçi diyor, diğeri otobüsle yollayacam hepsini diyor, diğeri kimi nereye yolluyosun biz onlara ev yapıyoruz diyor, öbürü ona ev yapana kadar devlet yurdunda kalan öğrenciden para alma kimin parasını kime harcıyorsun diyor ve konu yine kilit.

Bu ülkenin sınırlarından, kontrolsüzce içeri giren, kim olduğu belli olmayan insanlar olması ve bu insanların hali hazırda bu ülkede yaşayanlarla mesele yaşaması bir durumdur. Bu durum hayali değil gerçek bir durumdur ve bu durumda ne yapılacaktır? Bunu konuşmak yerine, çözüm üretmek yerine sen ırkçısın sen vatan hainisin diye konuyu sulandırmak hakikaten neyin kafası anlamak mümkün değil. Şaşkınlıkla izliyorum.

Bu arada şunu da ekleyeyim, bizim yaşadığımız yer, etrafımız, inanılmaz bir Suriye’li göçü aldı. Buralarda çok İranlı, Iraklı, Suriyeli, Lübnanlı ve Nijeryalı var. Çok! Hepsi de Pakistanlılardan ve Afganlardan çok rahatsız. Onlar bile Pakistanlıları ve Afganları çok tehlikeli buluyorlar. Onların kendi aralarında bile durum buyken, bu dünyalardan daha da uzak bir Türkiye’linin ‘kardeş ne olacak bu işler?’ dediğinde “irkçisiniz irkçi irkçi” demek tam neyi çözecek anlamıyorum ben. Ve açık konuşayım Ümit Özdağ -her ne kadar popülaritesi artsa da- bu işi daha da kitliyor diye düşünüyorum. 

Bu durumdan endişe eden herkesin ülkedeki kontrolsüz yabancı akınını “Suriyeliler” başlığı altında toplaması işi ırkçılık noktasında tartışmaya sokup kitliyor. Konu “Suriyeliler” değil. Konu, sevgili okur, ülkeye sınırlardan kontrolsüzce insan akması. Bu çok yakın bir gelecekte çok fazla probleme sebep olacak. Olmama şansı yok. 

XXX

Bu arada dünyada da acayip şeyler oluyor. Bilmiyorum ne kadar takip edebiliyorsunuz ama diğer devletlere baktığınızda herkes başka bir kafada. Çin sıfır covid politikasına geçmiş. Çok acayip önlemler ve sıkıyönetimler uyguluyor. Ülkenin sınırları açık, ülkeye giriş çıkış devam ettikçe nasıl sıfır covid olabilir ki?? Çin kendi cep telefonu ve bilgisayarlarını kullanmak üzere bir takım adımlar da attı. Sanki tamamen kapandığı takdirde dışarıdan geçiş olmadan başının çaresine bakacak gibi pozisyon almaya çalışıyor dersin. Almanya’da savunma harcamalarını arttırdı. Yıllık 100 milyar Euro savunma harcaması bütçesi çıkardı. İlginç değil mi? Neyin hazırlığı?? Valla komplo teorisi gibi olacak ama hani, komplo teorisyeni olsan dersin ki bu ülkeler böyle hummalı bir çalışma içinde neye hazırlık yapıyor.

Bizde durum ne? 

Bizde işte “in aşağıya” , “yürü git” bıdı bıdı, fıtı fıtı. Bol laf az iş. Yarın öbür gün bişi olsa, bazı ülkeler birbirine girse biz de ayakkabılarımızı yeriz artık. ‘Devlet şeker mi üretir’ diyen Babacan’ı bulabilirsek sorarız üretse miymiş üretmese miymiş. Heeer şeyi özelleştirmek iyi miymiş değil miymiş. Bulursak sorarız. 

Kimseden memnun değilim sevgili okur. İşin sonu bu. Kiimmmseden memnun değilim. 

O yüzden umutları çok yükseltmeyelim. Malzeme bu. Bunla ne yapabilirsek onu yapacağız artık.

Kimseye de çok bel bıkın bağlamayalım, çok büyük anlamlar yüklemeyelim derim. Sonuçta Ne kadar alçaktan düşersek o kadar az kırılırız.

Sağlıklı bir hafta dilerim. 

XXX

Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 18 senedir “yapıcam”.

DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:

www.mehtaperel.com 

www.mehtaperel.wordpress.com

www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com

 

instagram.com/mehtaperel

twitter.com/mehtaperel

Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)