Sevgili okur, gerginim. Çok gerginim baştan söyleyeyim.
Şu olan bitene baktıkça ne düşünüyorum söyleyeyim, Allah belamızı daha nasıl versin? Allah bize daha ne yapsın? Her türlü belamızı vermiş durumda da, bizi tepelerken hayvanlar ve doğa da ziyan oluyor arada.
Ama bize az, daha beter olmalıyız aslında, çünkü ancak o zaman ve belki o bir tek o zaman durup ben ne yapıyorum yahu denecek belli ki. Umarım hayvanlar ve doğa daha fazla zarar görmesin ama bize az bile. Net! İnsan ırkı kadar cibilliyetsiz yok başka. Başımıza gelen her türlü felaketi kat be kat hak ediyoruz. Bu dünyanın, çevrenin, doğanın, hayvanların, tüm bu olanların sorumlusu, suçlusu biziz. Bu hayvanlar, ağaçlar, denizler bizden alacaklı. Hepsine, her şeye karşı suçluyuz. Direkt elimize kibrit alıp yapmadıksa da yakana ne yapıyoruz? Yakana bir şey yapabilecek olanı seçiyor muyuz? Yahu neyi becerdik? Ne becerdik, ne beceriyoruz, hangi işimiz doğru. Bu dünyanın asalakları, kanseriyiz biz. Etrafımızdaki her şeyi, dokunduğumuz her şeyi kirletiyoruz, çürütüyoruz, mahvediyoruz. Bir değil bin Covid olsa bize az. Azalarak bitmemizin bir yolu olmalıydı, Allah verdi. Müstahak bize.
Duygularım böyle sevgili okur. Üzgünüm, öfkeliyim, çaresizim.
Zeki Demirkubuz’un dediği gibi ‘bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor, artık bundan acı duymuyorum’.
Acı duymama noktasına gelebilsem ben de keşke.
Alınmayan yangın söndürme uçaklarının hemen tamamlanmayacağını biliyorum ben de ama yanmış ve yanacak hayvanlar için üzülmeye devam ediyorum.
En kötüsü bu çaresizlik.
Doğaya ve hayvanlara olanlara karşı çaresizlik, kontrolsüz göç akınına karşı çaresizlik, bu ülkenin güvenli bir yer olmaktan çıkışına izleyici kalmak, bu çaresizlik…
Çaresizlik ne kadar kötü bir şey.
Sınırlardan akın akın ülkeye dolan adamlara karşı çaresizlik, sokakta eziyet gören hayvana karşı çaresizlik, yanan doğaya karşı çaresizlik, ölen denizlere karşı çaresizlik…
İşgal edilen ülkelerin insanları böyle mi hissetmişti acaba? Mesela birinci dünya savaşında İngilizler Urfa’ya mı gelmişti? Halk nasıl hissetti o zaman acaba? “Ne olacak şimdi bize, daha neler gelecek acaba başımıza” diye bir endişe? Huzursuzluk? İyi savunamadık mı vatanı diye bir vicdani sorumluluk? Çaresizlik? Endişe? Böyle miydi?
Bu dünyadaki her hayvana borcumuz var. Her ağaca, kuşa, tek bir yağmur damlasına, denizdeki her bir balığa, kediye, köpeğe, dağlara, derelere, tarihi eserlere, çayıra, çimene, her bir yaprağa, temiz havaya borcumuz var. Borçluyuz. İnsanoğlu olarak borçluyuz bu gezegene.
Şunca olay oluyor, dışarı çıkıyorsun malın teki sokak hayvanları için bırakılan suyu atıyor. Görüyorsun bunu. Neden? Neden? O bir kap suyun sana ne zararı var? Bir kap suya muhtaç kal veren olmasın, gözlerin kapılarda bekle gelen olmasın, öyle öl inşallah dedim. Böyle mal mal baktı, gitti. Ben de gittim başka su getirdim koydum.
İnsan yaşadığı felaketlerden bir ders çıkarmalı. Kaç kişi şu yaşanan felaketlerden bir ders çıkarıyor?
Bakın bu meşhur “lut kavmi” dedikleri mevzu tam da bu. O mesele öyle kız kıza öpüştüler ondan helak oldular meselesi kadar basit olamaz. Bu bir iflahsızlık, bir şuursuzluk, yaptıklarının sonuçlarını düşünmeme, düşünse de aldırmama, kendi keyfi dışında umursamama, bencillik, kontrolsüzlük, sorumluluk almama halini anlatıyor olmalı. Tam da bugün gibi. Varsa böyle bir olay cidden mevzu budur. Çünkü herkesin özel hayatı kendini ilgilendirir ama bugün olanlar hepimizi ilgilendiriyor. Bağıra bağıra yanan inekler, salya kusan denizler, ortasından yarılıp geçilen ormanlar hepimizi ilgilendiriyor. Sokakta tecavüze uğrayan kedinin, köpeğin üzerimizde ahı var. Doğanın bizde ahı var.
Allah da türlü çeşit belamızı veriyor zaten de kaç kişi anlıyor acaba?
Daha durun, daha bunlar iyi günlerimiz, daha büyük İstanbul depremi yaşanacak bunlarla…
Hey yavrum hey…
Havalar sıcak, bir kap mama bir kap su bırak sokağa sevgili okur. Hayvanların suyunu dökene de şöyle okkalı bir beddua savur.
Herkes yaşattığını yaşasın, kimse yaşattığını yaşamadan can veremesin dilerim.
Tüm kalbimle dilerim bunu.
XXX
Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 18 senedir “yapıcam”.
DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:
www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com
Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)