UZUN DON

Yazının başında genel şikayetlerimden bahsetmek istiyorum. İçimi dökeyim rahatlayayım. Bi kaçıl, vallahi şiştim sevgili okur.

Hafta sonu Bebek sahile gidip şöyle sahil boyunca bir yürüyüş yapalım dedik. Bu yani, bu kadar. Çıta artık yerlerde malum. Hiçbir beklentimiz kalmadı hayattan. Mikrop kapmadan eve dönebiliyorsak başarı kabul edip oturuyoruz. Eğlence anlayışımız, sakin bir yere mümkünse erken saatte gidip, tempolu bir şekilde yürüyüp eve dönmek. Artık erken saatte de gidemiyoruz, halbuki biz kimse yokken sabahın köründe yürümeyi seviyoruz ama malum 10:00’dan önce sokağa çıkılamıyor ve biz belki 6’da çıkıp tenhayken yürüyecekken 10:00’da herkesle birlikte çıkıp yürüyoruz artık. Ve bunun iyi plan olduğuna dair bir rivayet var. Hadi inşallah.

Neyse gittik yürüyüşe, zaten ana baba günü, çünkü akşam 20:00’de herkes eve dönmek zorunda ya, hani normalde başka saatlerde dışarda olacak olan da bu saatte dışarda. Tüm bu hayatın saçmalığını arkamıza attık, neyse boşver yürüyüp sonra defolup gidelim evimize dedik ve…

Ve ne mümkün? Ne mümkün!

Balıkçılardan, oltalardan, kancalardan, torbalardan, leğenlerden, ortadan kesilmiş içine su ve balık cesedi doldurulmuş büyük boy damacanalardan mümkün mü yürümek?

Tam yürüyoruz biri olta fırlatıyor, ucundaki kanca gözümüze girmesin diye duruyoruz. Tam iki adım atıyoruz yine biri olta savuruyor, duruyoruz. Tam iki adım atıyoruz, biri “bi dakka bi dakka” diyor duruyoruz. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Tüm sahil şeridi boyunca bir de. Bunun bir yeri yok mu? İsteyen istediği yerde leğenini çıkarıp oltasını savurabiliyor mu? Boğaz sadece balık avlamak isteyen insanların alanı mı? Orada yürümek, koşmak isteyen insanların doğru düzgün yürüyüş yapma hakkı yok mu? Orada yürüyen insanlar oltalardan kaçmak için bisiklet yolunda yürümeye başlıyor bu durum bisiklet ve kaykay kullananlar için haksızlık değil mi? Yayalar için tehdit değil mi? Bisiklet yolunda yürüdüğü için bisikletli sürücünün çarptığı yayaya ayıp değil mi? Boğazlar aynı zamanda turistik alan değil mi? Turistik yerlerde bu çirkin görüntünün, bu düzensizliğin, kargaşanın yaratılması doğru mu?

Bunları bir tek ben mi düşünüyorum? Niye bu yerlerde bir tane zabıta yok? Neden bu işler denetlenmiyor, kontrol edilmiyor? Niye insanlar ilk çağlardaki gibi yiyeceğini kendi yakalamaya çalışıyor? Bunu bana hobiyle falan açıklayamaz kimse. Burası İsveç değil. Burası Türkiye. Burada insanlar hobi olarak en fazla başkasının parasını konuşurlar, ne hobisi? Leğenle hobi mi olur ayrıca? Hobisi olan insan bunu bir düzen içinde yapar. Ne bileyim emaye kahve fincanı, outdoor ayakkabılar falan. Hobi biraz görgü işidir sevgili okur, gerçekçi olalım. Bu leğenli, damacanalı, “vurdun mu lan toriği a*ına k*dumun i*nesi” diye bağırmalı şey hobi falan olamaz. Görüntü kirliliği, ses kirliliği, sahillerin işgali ve tehlikeli. Evet çok kızdım. Çünkü YÜRÜMEK bile mesele olmamalı ya. Yeter! YÜ RÜ MEK! Hayatı şöyle çıldırmadan düzden bir yürümek noktasına indirdik ya, tek lüksümüz bu, çıkıp hamster gibi dar dar dar yürüyoruz. Bu bile dert artık. Bunu bile yapamıyoruz. Haksızlık artık bu!

Gerçekten bıktım. Gerçekten. Bıktım. İnsanlardan bıktım, yoruldum, sıkıldım. Her şeyin tadını kaçırana kadar abartan bu canlı türünden çok sıkıldım. Bu nedir ya?

 Sarhan’a dedim ki çok daha kalın bir nasır geliştirmek istiyorum. Çok çok daha kalın. İstiyorum ki bu olan biten, hiçbir şey, hiçbir kimse, ne yaparsa yapsın, yaptıkları bana geçmesin. Beni rahatsız etmesin. İstiyorum ki ben asla değiştiremeyeceğim ve geliştiremeyeceğim diğer insanlardan rahatsız olmayayım. Beni rahatsız edemesinler. Bir şey hissetmeyeyim. Bakayım geçeyim, bana dokunamasın. Bunu istiyorum. Bunu diliyorum.

Hiçbir şeyden rahatsız olmayacak kadar kalın bir deri geliştirmek istiyorum. Bunu iki sebepten istiyorum.

1)    Çünkü yoruyor bu durum beni, ve artık aldırmayıp rahat etmek istiyorum. Aldırmayabilmenin huzurunu istiyorum

2)    Öyle bezdim bıktım ki her şeyden, herkesten, artık o kadar tahammülüm kalmadı ki, çok fazla öfkeleniyorum ve haklıyken haksız oluyorum. 

Şimdi bu yazıdan bile gelip işte, sen nasıl yürüyorsan onların da kanca sallamaya hakkı var bıdı bıdı, “inlirindi hikki, isttincisiniz, insiz dişminisiniz” bana bir şeyler anlatmaya, benim fikrimi değiştirmeye ya da kınamaya falan çalışan bir kitle çıkacaktır. Çıkmasın. Çıkmayın. Duyar, duyar, duyar… Öf… Gerçekten bıktım. Kendi aranızda birbirinizle oynayın, birbirinizi onaylayın, beni rahat bırakın.

Dümdüz, durdurulmadan, boğazda, sahilde yürümek istiyorum. İki adımda bir kanca beklemeden. Bir yerime olta takılacak mı diye irkilip korkmadan, bisiklet yoluna girip bisiklet kornası işitmeden. Usul usul Boğazda yürüyüp evime dönmek istiyorum. Bunu da mümkün olduğu kadar insan olmaması için sabahın köründe yapmak istiyorum.

Hiçbir istediğim olmuyor. 

O zaman ben de benden istenen hiçbir şeyi oldurmak durumunda değilim öyle mi?

Bence öyle.

Neyse bu kadar gerilim yeter. Şimdi erkek okuru dışarı alalım, kadın kadına konuşalım.

Hadi canım, dışarı. Siz gidin “feysteki” av sayfanızda benim yazımı paylaşıp kapalı gizli hesaplarınızda kendi aranızda linçleyin. Keller körler…

Neyse…

Hastalık iç çamaşırı yaptınız mı? Mesela Covid olduk, ateşlendik, nefessiz kaldık, bişi ve paldır küldür hastaneye gidiyoruz. Ne giyicez?

Benim önerim şöyle; kesinlikle özenilmemiş, son derece düz ve kapalı, babaanne külodu derler ya, öyle kalın kenarlı, penye,  ten rengi bir külot ve gayet kendi halinde, derleyip toplayan, dekoltesiz bir sporcu sütyeni.

Olur ha hastanede kalmamız gerekir (yer varsa tabii) Covid olduğu için yanımızda kimse de olamayacak galiba, haliyle…

Benim önerim gereksiz risk yaratmayacak şekilde, çekmecede, temiz hazır dümdüz bir çamaşır pijama takım tutmak. Dünyanın bin türlü hali var. 

(Feminist linç yükleniyor şu an, “biz istediğimizi giyicez onlar bizi ellememeyi öğrenecek”. Bence de ama onlar öğrenene kadar ki süreçte temkinli olayım da ben kendi adıma. Sen olma.)

Ne zamandı, Hürriyet’te bir haberdi galiba, hasta yakını bir başkasının hastasına tecavüz etmiş. Oluyor böyle şeyler, her şey oluyor dünyanın her yerinde. Kill Bill izlemiş miydin sevgili okur? Kill Bill’de Uma Thurman komada, hastabakıcı tecavüz ediyor buna. Sonra uyandığında öldürüyor tabii hastabakıcıyı ama yine de. Ben mesela böyle bir şeyi asla aklıma getiremezdim taa ki Kill Bill izleyene kadar. Kafayı yemiştim o sahnede. 

Şimdi böyle şeyler yazmama kızanlar olacaktır. Kızma bana. Balıkçılara kız. Temiz havada şöyle güzel bir yürüyebilseydim açılacaktım,  böyle kafamda böcekler gezmeyecekti. Yapamadım, yaptırmadılar, bak böyle oldu. İnsanın ruhu rahat etmeden kafası nasıl edecek ki? İnsan düz yolda bile yürüyemeyecek miyiz diye isyan noktasındayken, mesela bir hastalık halinde olabileceklere dair nasıl olumlu bir kafaya geçecek ki? 

Etki tepki sevgili okur. Huzursuzluk ektiğinde böyle papatyalar biçmiyorsun. Gerildiğinde her olayı gerilimli yorumluyorsun. 

O sebeple kendine bir babaanne külodu al, kenarda dursun.

Huzur dolu bir hafta dilerim. 

XXX

Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 17 senedir “yapıcam”.

DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:

www.mehtaperel.com 

www.mehtaperel.wordpress.com

www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com

instagram.com/mehtaperel

twitter.com/mehtaperel

Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)