Merhaba sevgili okur. Bu hafta sana duygularla ilgili bir şey söylemek istiyorum.
Billur Kalkavan’ın vefatı ardından rahmetlinin kendisiyle yapılan bazı röportajlar paylaşıldı. Bir tanesinde (hastalığı sonrasında sanıyorum) diyor ki; ‘duyarlı olmakla duygusal olmak arasında bir denge var. Ben o dengeyi kaçırmışım’. Bir de diyor ki ‘Çare olamayacağın şeylere üzülmeyeceksin, hep söylerim ama kendim uygulayamamışım’.
O kadar doğru ki her iki söz de. Tam da bu sebeple sosyal medya kullanımımı çok azalttım. Hele twitter’a haftada bir ya bakıyorum ya bakmıyorum. Çünkü çare olamayacağım, değiştiremeyeceğim, düzeltemeyeceğim şeyleri duymaya, görmeye devam etmek beni hasta ediyor.
Ben hayvanlarla ilgili olaylara karşı çok duyarlıyım. Hayvanları hep sevmiştim ama son yıllarda hayvana şiddetle ilgili önüme düşen haberler hakikaten beni çılgına çevirmeye başlamıştı. Hayvanlarla ilgili olumsuzlukları, merhametsizlikleri, vicdansızlıkları görmeye, okumaya, bilmeye tahammülüm yok.
Başka bir sürü şeye daha tahammülüm yok…
Ve beni üzen, endişeye boğan olaylarla, durumlarla, insanlarla ilgili bir şey değiştirebilecek pozisyonda olmadığımdan yapabileceğim bir şey yok. Ancak yazıp sesimi duyurmaya çalışabilirim ki onu zaten yazılarımda yapıyorum, illa spesifik olarak o fotoğrafı görmeme gerek yok.
Bizi üzen olaylardan uzak kalmaya çalışmak bazen bencillik gibi olsa da beden ve akıl sağlığımızı koruyabilmemiz için şart gibi. Üzüldüğümüz ve çare bulamadığım olayların içinde bir o yana bir bu yana döndükçe mide ağrıları, bağırsak bozulmaları, baş ağrıları, fibromiyaljiler, ülserler, migrenler… Ufak bir ağrı olarak başlayan şeyler ciddi hastalıklara dönüşebiliyor.
İçinden geçtiğimiz ekonomik koşullarda da sana şuursuz şuursuz ‘seyahat et, yeni ülkeler gör, yeni lezzetler dene, kafanı dağıt’ demeyeceğim herhalde.
Ama başka bir takım kolay zevkleri, keyifleri seninle paylaşabilirim. Ne dersin? Yapalım mı?
Mesela bir süredir Türk çayı içmiyordum. Tekrar akşamları çay içmeye başladım. Teyzem Doğuş markasının Gurme çay denen çayını seviyormuş ki teyzemlerde çay hiç eksik olmaz, çok severler. Dedim ki teyzem seviyorsa iyidir. Ben de demlik poşetini aldım. Çok keyifli içimi cidden. Henüz kaloriferler de yanmaya başlamadığı için akşamları film karşısında sıcak sıcak çay içmek pek hoşuma gidiyor.
(Yazdığım hiçbir şey reklam değil, reklam yapmam biliyorsun sevgili okur. Ben her şeyi parasını verir alırım)
Sana bir sır vericem sevgili okur. Çok ayıp ama. Nasıl desem herkesin bir kirli zevki vardır. Kimseye söylemediği gizlice yaptığı. Mesela gizlice Müslüm baba dinlemek falan gibi. Benim de böyle bir gizli utandığım keyfim vardı. Yıllardır bastırmış durumdaydım ve fakat yıllar sonra tekrar gün ışığına çıktı. Çekirdek… Çok ayıp… Napim… Al sana sır gibi sır. Evde akşamları çekirdek yemeye başladım çıt çıt çıt. Kabus gibi. Kendime sınır koydum, ufak bir kabım var en fazla o kadar yiyorum ama illa yiyorum. Çay ve çekirdek. Tuzsuz ay çekirdeği. Film izlerken. Çok fena. Sinir oluyorum kendime ama şu ara sardım.
Bir diğer keyfim dondurma. File market var mı sizin orada? Onun limonlu ve bitter dondurmasına sardım. Limonlu dondurma çok keyifli insan cheesecake yemiş gibi oluyor, bitter çikolatanın da lezzeti nefis. Yani anlayacağın akşamları film açıp homini homini yiyorum. Sonra sabah dar dar dar yürü dur yürüme bantında.
Yürüme bantı demişken en gizli zevklerimden biri, Müge Anlı. Biliyorsun artık bunu daha önce de itiraf etmiştim, sabah sporumu yaparken Müge Anlı izliyorum vallahi vakit su gibi geçiyor.
Örgü beni, en çok rahatlatan şeylerden biri. Atkıdan başka bir şey öremiyorum ama yine de çok seviyorum. Elimden gelse dikiş dikerim. Bence inanılmaz keyifli bir şey dikiş dikmek de.
Temizlik bana en iyi gelen şeylerden biri. Bu noktada kendimi kontrol etmeye çalışıyorum çünkü titizlik hastalığına yakalanmak istemiyorum ama temizlik yapmayı seviyorum. Temiz bir evin bana verdiği duygu çok acayip bir şey. Temiz evde çıplak ayak gezmenin keyfi çok şahane.
Kitap dinlemek…. Kitap okuyamadığımı söylemiştim biliyorsun sevgili okur. Oturup kitap okuyamıyorum ben artık. O yüzden kitap dinliyorum. Storytel kullanıyorum ve çok memnunum. Çok büyük kolaylık gerçekten.
Spor ve yürüyüş, covid döneminde de, öncesinde de, sonrasında da, her zaman hayatımızın en önemli noktasında spor var. Sağlıklı yaşamak, sağlıklı olmak, fazla kilo taşımamak, kendimizi iyi taşımak bize iyi hissettiriyor.
Daha az düşünmek. Çok zor biliyorum ama şu ara ne kadar az bilirsen o kadar az düşünürsün sevgili okur. Yani daha az “haber” daha çok film, müzik, sinema, kitap.
Şehir gezmeleri. Olduğumuz şehrin daha önce gitmediğimiz yerlerine gidiyor yeni kafelerini keşfetmeye çalışıyoruz. Beğendiğimiz yerlerin fotoğraflarını çekiyor kendi anılarımıza ekliyoruz.
Damla sakızlı Türk kahvesi. Herkes için değil, her zaman da değil ama arada bir hoşluk oluyor gerçekten.
İyi diziler öneren sosyal medya hesapları. Ben ve Eren Abaka. Eren’i ve beni takip ediyorsanız ne izleyeceğiz diye düşünmezsiniz. Twitter hesabımı kapatmama sebebim Eren’in film paylaşımlarını takip edebilmek.
Şarap… Kolitim fena azdığından şarap noktasında süreci çok dikkatli yönetiyoruz ama şarap-peynir tabağı-müzik keyfimiz her zaman orada.
Yürüyüş. Mümkün olduğunca, havalar izin verdiğince açık hava yürüyüşleri. Yürüyüş, simit, çay, martı sesleri.
Oje. Eller için: Flormar 319 white dance – 077 Light Pink – JL27 Milky Pinky – 305 Beige Latte
Ayaklar için: 406 Dark Red – 482 Expressive Blackbery – 311 Purple Scarlet – JL18 Ocean Blue
Bi bak bakalım içinden beğendiğin bir şey çıkar belki.
Benim çözemeyeceğim şeylerden kaçış manevralarım böyle sevgili okur. Ulaşılabilir, uygulanabilir saklanma yöntemlerim bunlar. Bu hafta bunları seninle paylaşmak istedim.
Bir de başka bir şeylerle ilgilenmek istediğim için tekrar öğrenci olmaya karar verdim, çünkü neden olmasın? İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümüne kayıt oldum. Uzaktan eğitim metoduyla yeniden okullu olucam. Kedimle beraber. Kuzu Bey ve ben çay içip sosyolog olucaz.
Diyeceksin ki yeni roman ne olacak? Onun da zamanı var. Konu hazır ama zamanı var. Şu ara canım istemiyor. Biliyorsun ben her kitabımda yeni bir not defterine başlıyorum. İsimler, tipler, yaşlar, şehir, mevsim, sahneler o not defterinde yazıyor. Zor olan o defteri yazmak çünkü esas fikir o defter. Yeni romanın defteri hazır. Çekmecede duruyor. Yazılması geldiğinde çekmeceyi açıp yazmaya başlıycam. Bu ne zaman olacak bilmiyorum, belki sonraki kış.
Bu kış kendimi daha çok dışarda hava loşken, evde battaniyenin altında, kedimi sevip, sıcak Türk çayım eşliğinde toplumsal sosyoloji okurken hayal ediyorum. Arada oğlum görüntülü arıyor, arada biz onu görüntülü arıyoruz. Arada o geliyor, arada biz gidiyoruz. Makarna yiyip şarap içiyoruz. Sağlığımız iyi, film izliyorum, kitap dinliyorum, her şey yerli yerinde, her şey olması gerektiği gibi, kafam rahat…
Mutluluklar diliyorum sevgili okur. Empati yaparken kendine zarar vermemeni diliyorum. Aşamayacağın problemlerden kaçmanı diliyorum. Huzur dolu bir hafta diliyorum. İyi ki varsın. İyi ki varız.
Hayat güzel gerçekten.
XXX
Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 18 senedir “yapıcam”.
DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:
www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com
Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)