BENİM FOBİM VAR

Bu ne cüret!

Benim denizanası fobim var sevgili okur. Buna huylanma, tiksinme demeyelim bildiğin fobi. Hiçbir şekilde anlamlandıramadığım, varoluş maksadını çözemediğim bu canlıdan çok rahatsız oluyorum. Doğada bir sebebi vardır illaki ama ben hayatımda bir yere oturtamıyorum.

 

Çocukluğuma dönelim: 10 yaşlarımdayım, tatildeyiz. Annem “ortalık sapık manyak dolu” diyerek her çocuk bikini giyerken bana yüzücü mayosu giydiriyor. Mayom arkadan çapraz bantlı, sımsıkı. Üstümden kaymıyor, açılmıyor, çözülmüyor. Denizanalarını elimle alıp, kuma bulayıp kestiğim dönem (benim çocukluğumda böyle bir oyun modeli vardı). Derken çok yakın bir kız arkadaşım bana şaka olsun diye sudan yeni çıkarttığı vıcık vıcık ve hayli iri deniz anasını alıp yanıma geliyor, mayomun önünü çekip, içime atıp, şappp diye mayomu bırakıyor. Deniz anasının mayom ve bedenim arasında ezilmesi ve o şartlar altında dahi bir yerim açılmasın diye çabalayarak deniz anasını içimden çıkarmaya çalışmam ve ben çalıştıkça denizanasının karnıma doğru kayması…. O gün ben de bir şey koptu ve bir daha bağlanamadı sevgili okur.

 

Aradan 2 yıl kadar geçti, 12 yaşımda falanım. Yine tatildeyiz. Dayım, teyzem hep birlikteyiz. Dayımın (ilk yeğen olduğum için ve henüz kendi çocuğu olmadığı hatta evli dahi olmadığı için) bir projesi var: BEN!

 

Teyzemin tüm “üstüne gitme kız çocuğu o” telkinlerine rağmen dayım oralı olmuyor, babam, dayımla aynı kafada olduğu için zaten halinden memnun. Dayım beni hayata hazırlamaya ve mümkün olduğunca “sert bir delikanlı” gibi yetiştirmeye çalışıyor.

 

Eskiden tatil yerlerinde denizde, kıyıdan az uzakta sal olurdu ve insanlar oraya kadar yüzüp üstüne çıkıp güneşlenirdi falan… Ben de sala çıktım hem dinleniyor hem de güneşleniyorum. Dalga var, akıntı var, sal sallanıyor benim hoşuma gidiyor… Bir zaman sonra ayağa kalkıyorum ve…. Yüzerek dönmem gereken deniz denizanası baskınına uğramış. Akıntıyla gelmişler ve şöyle diyeyim sevgili okur, saldan kıyıya kadar olan bölge gri beyaz denizanası sürüsü kaplı.

Nefesim kesiliyor, mümkün değil suya girebilmem, salda çok kalmışım, yüzüm omuzlarım yanıyor, millet öğlen yemeğinde etraf boş, salda yalnızım. Kıyıda dayımı görüp sesleniyorum. Buradan sonrasında ben saldan dayım kıyıdan bağrışıyoruz.

Ben: Dayııı, dayııı denizanaları var yüzemem, gelemem

Dayım: Kaldın yani orda?

Ben: Dayı gel beni al nolursun!

Dayım: Kendin gelebilirsin

Ben: Dayı nolur bak cankurtaran sandalı var, gelin beni alın, yüzemem, denizanaları var

Dayım: Yapabilirsin!

Ben: (ağlayarak) Teyzem nerde?

Dayım: Kimse yok. Sen, ben ve denizanaları. Ya orada kalacaksın. Ya yüzerek kıyıya geleceksin.

Ben: …….

 

Yavaşça merdivenlerden suya inmeye çalışıyorum. Denizanalarına bakıyorum, büyük kısmı canlı, açılıp kapanıyorlar. Son kez deniyorum;

Ben: Dayı nolursun beni al buradan

Dayım: Kendin geleceksin

 

Hayatımda bu kadar hızlı yüzdüğüm başka an yoktur sevgili okur. Denizanalarının arasında kıyıya yüzüyorum, her kulaç attığımda kollarıma çarpıyorlar yumuşak yumuşak. Boynumda, bağrımda, yüzümde hissediyorum vıcık vıcık. Kıyıya çıkar çıkmaz kendimi duşa atıyorum. Sinir gelmiş durumda, hem ağlayıp hem yıkanıyorum. Dayım yanımda elinde havlu bana “aferin sana, gördün mü bak ölmedin” diyor. Ben mayomun içini, kontrol etmeye çalışıyorum içeri kaçmış mıdır diye…

 

Bunları okuduktan sonra denizanası takıntım daha net anlaşılmıştır sanırım.

 

Bu yaz kocam ve oğlumla en sevdiğimiz yere kısa bir tatil ayarladık. Her şey harika, her şey mükemmel. Oğlum, kocam ben sudayız. Suda büyük şişme bir oyuncak var. Üzerine çıkmak bir eğlence çünkü çıkılamıyor, atlamak başka bir eğlence. Oğlum ve kocam onla oynuyor ben de etraflarında kendimi mis gibi denize salmış yüzüyorum.

 

Elime bir şey değiyor. Birden suda yüzme pozisyonundan dikilme ve dikildiğin yerde batmamak için eşinme pozisyonuna geçiyorum. Saçlarımı arkaya atıp etrafıma bakıyorum. Bir denizanası. İçimden “sakin ol sakin ol, çocuk var, çocuğu korkutma” deyip az sağa kaçıyorum bir tane daha, “sakin sakin” deyip biraz daha kaçıyorum bir tane daha…

 

Atahan ve Sarhan şişme şeyin üstünde. Etrafta insanlar var, daha az evvel kıyıda bir kadın “ah ben size bayılıyodum ekranda, niye yoksunuz artık” falan demiş. Rezil olmak istemiyorum. Şişme şeye çıksam ve denizanalarının gitmesini beklesem diye hamle yapıyorum ve bir denizanasına çarpıyorum. O an ip kopuyor…

Ben: Sarhan kurtar beni, denizanaları var, kurtar beni

Sarhan: Ha?

Ben: Denizanaları var, yüzemem, yüzemiyorum, boğulurum

Sarhan: Mehtap saçmalama, çocuk var

Atahan: Anne?

Ben: Sarhan beni çıkar buradan, yardım et!!!

Sarhan: Bi dur, sakin ol

Atahan: Anne?

 

Adam şişme şeyden yanıma atlamıyor dahi, ordan öyle bakıyor bana….

Ben: Allah seni kahretmesin Sarhan, boşıycam adam seni!

Diye höykürüp kıyıya doğru manyak gibi yüzmeye başlıyorum. Kendimi duşa atıp temizlenmeye çalışırken hala söyleniyorum. Millet bana bakıyor, bazıları gülüyor ama umurumda değil.

 

Oğlum ve kocam yanıma geliyorlar. Oğlum hayretler içinde. Çünkü daha o sabah kahvaltı ertesi yürüyüş yaparken üzerimize koşarak bir köpek gelmiş ve havlamadığı için kötü niyetli olmadığını hissedip irkilmemiştim bile. Daha o sabah oğlumun kahramanıydım, çocuk; “anne nasıl korkmazsın ya, koca köpek koşarak geliyor, kafanı çevirmedin yaaa” diyordu. Şimdi ise denizanası yüzünden neredeyse boğuluyor, tir tir titriyordum.

 

Fobi böyle bir şey sanırım. Kedi, köpek, at beni germez. Ama denizanası kadar olmasa da, çekirge, kelebek, kertenkele, kurbağa gördüm mü tansiyonum düşer. Büyük tehlikelerden korkamıyorum. Ben bununla mücadele ederim büyük ihtimalle de yenerim gibi işliyor kafam. Ama o küçük ve mide bulandırıcı olanlara tahammül edemiyorum.

 

Neden burada, neden benim etrafımda, niye bana dokunuyor, ne cüret deyip sinirleniyorum.

 

Küçükler, kontrolsüzler, kaygan ve iğrençler, beyinleri de ya küçük ya yok.

 

Ve ne yazık ki hayatın her alanın da varlar…