2 KONU İLE HAFTALIK GÜNDEM

Bu hafta gördüğüm en saçma haberlerden biri (ki hiç az değiller, sirk gibi ortalık) Suriyeli büyü çetesi çökertildi haberi idi. Haberde şöyle diyordu;

“ 1 yıl öncesine kadar belediye yardımıyla yaşayan aile son bir yılda lüks araç ve villa sahibi oldu. Eve yapılan baskında öküz kafası ve sandalyeye halatla bağlı oyuncak bebekler bulundu. Para karşılığı dua okuma, muska yazma ve büyü yapma işleri yapan Suriyeli çete mensuplarının ayrıca açtıkları internet sitesi üzerinden de dolandırıcılık  yaptıkları belirlendi”.

Bu. Böyle. İnsanlar çıldırdı herhalde. Tamamen akıl ve ruh sağlığını yitirmiş olmalı insanlar. Şu saçma davranışların başka açıklaması var mı? 

Yani “ırkçılık” olarak söylemiyorum da…

Suriyeli mülteciye büyü yaptırmaya gitmek nedir arkadaşlar? Adamların kendine hayrı ne? Bi becerisi varsa önce memleketine bir faydası olsaymış falan da mı demiyor bu insanlar?

Hasta mı bu insanlar? Herkes mi delirdi?

Bir de bu tipler yüzünden perişan olan hayvanlar var. Beni, bu kısmı ilgilendiriyor açıkçası. Yoksa herkesin kendi geri zekalılığı, kendi günahı bana ne. Ben büyü yapıcam, yaptırıcam diye manyak manyak gidip kedi köpek bacağı kesilmesi kısmında çıldıracak gibi oluyorum esas. Yalnız kendilerine bir zarar verseler keşke ama zararları etrafa ne yazık ki. 

Sevgili okur ne olacak bu memleketin hali?

Neden ileri değil geri gidiyoruz ya hu biz? Neler oluyor? Bunlar nasıl saçmalıklar?

Hiç memnun değilim içinde bulunduğumuz koşullardan ve sanıyorum sen de şikayetçisindir. Çocuklara nasıl bir ortam bırakıp gideceğiz ciddi problem yani. Bu kadar emek semek yetiştirdiğimiz, eğitim verdiğimiz, ne bileyim yurt dışlarına yaz okullarına yolladığımız, burada en iyi okullarda okuttuğumuz, müzik aleti çalan, sergi sinema sanat nedir bilen, spor yapan, birkaç dil konuşan bu çocuklar bu kafalarla nasıl yaşayacak? Nasıl olacak? Nasıl anlaşacak? Nasıl ortak bir noktada buluşacak?

Nasıl olacak olaylar?

Şu an, bugünkü gençliğin dahi ortak nokta bulmakta zorlandığını görüyoruz değil mi? Bir miktar zeka olduğu anda nasıl tahammül edemiyorlar, isyanlardalar görüyoruz değil mi? Bizim çocuklar için bu uçurum daha da açık biliyoruz değil mi?

Valla pek acayip. Bekleyip göreceğiz nasıl gelişecek olaylar.

Büyük ihtimal bizim çocuklar da gidecekler ve kendi memleketleri gül gibi burada dururken, ahhh aslında, dünyanın bence en güzel ülkelerinden biri burada cillop gibi dururken, çocuklarımız bu canım memleketlerini bırakıp gidip başka bir yerlerin göçmeni olacaklar. 

Ne yazık. Umarım yanılırım ama ne yazık ki hiç sanmam. 

XXX

Geçelim bir diğer konuya; arkadaşlarla buluşamama, canlı bağlantı ile görüntülü konuşma tam gaz gidiyor. Geçen Sarhan’la şarap peynir yaptık, laf lafı açtı ve konu Ayşenil’e geldi. Herkes içip içip eski sevgiliyi arar ben Ayşenil’i. Çünkü bizimki de öyle bir ilişki, benim senede bir falan çakır keyif olup “Ama neden gittin beni bırakıp nedehhn” diye aramam lazım ki o da yerinde rahat etsin. Bir dakika yahu bunu anlatmayacaktım, bak laf yine Ayşenil’e geldi ki yeşil çay içiyorum şu an. Böyle oluyor işte… Neyse…

Arkadaşlarla canlı bağlantı haline geçtik çıktığımız hafta, herkes çayını kahvesini aldı, güzelce koltuklara yerleştik, kulaklıklar takıldı. Maksat iyi vakit geçirmek özledik de birbirimizi… Bak şimdi okuyanlar bozulacak bana, görüyo musun, benimle arkadaşlık etmek de zor… İsim vermiyorum ama kızlar, anlatıyorum sadece, ilginç bir görüşmeydi çünkü ve benim işim de bu ilginçlikler ne yazık ki, kimi zaman köşe yazılarımda kimi zaman romanlarımda…

Neyse, bu sene çocuğu üniversite sınavına hazırlanan arkadaşlar da var aramızda, biz bir tık rahatız, bir sene var daha bizimkilere diye, hayat normalleşir biraz daha falan diyoruz. Dolayısıyla biz daha çok dinlemeye çekildik, bu sene çocuğu sınava girecek olanlar haliyle biraz daha gergin. Çocuklardan biri çok çalışkan, hepimiz biliyoruz, çok acayip akıllı ve hırslı. Hep çok başarılıydı ve bu covid döneminde de böyle duvar gibi sağlam durdu. 

Annesi anlatıyor beraber çalıştığı hocalardan memnun diyor, okuldan şöyle oldu diyor, ama yurtdışını da düşünüyor diyor, 

diğeri diyor ki “ben öğrenciyken, bizim zamanımızda…” 

sonra başkası sözü alıyor o da kendi çocuğundan bahsediyor matematik öğretmeni covid olmuş başka öğretmenle çalışmalara devam etmişler ama enerjileri çok uymamış”,

diğer arkadaş tekrar kendi öğrenciliğine dönüyor, kendi zamanından bir şey anlatıyor”, 

biz lafa giriyoruz öğretmen arıyor musun, nasıl yardımcı olabiliriz falan diyoruz,

diğer arkadaş diyor ki “benim okul dönemim, ben, ben…”

Bir tuhaf sessizlik oldu, içime kötü bir his girdi benim ve arkadaşlardan biri dedi ki, ‘şöyle bir gözlemim var, çocuğu okul hayatında çok varlık gösteremeyenler galiba kendini kötü falan hissediyor, kendini sorguluyor, bu başarısızlığı kendine mal ediyor ve bir şeyler söyleme ihtiyacını kendi öğrenciliğini anlatarak halletmeye çalışıyor. 50 yaşına geldiğim şu günlerde ben kendi öğrenciliğimi hatırlamadığım gibi sizinkiler de hiç ilgimi çekmiyor, çocuklar zor bir dönemden geçiyor, önümüzde önemli bir sınav var ve sizin milat öncesi anılarınızdan kime ne arkadaşlar?’

Nasıl buuuzzzzzzzzzzzzzz oldu ortam bir anda anlatamam. Böyle bir şey olamaz. Ben direkt ölü taklidi yapmaya başlıyorum böyle durumlarda çünkü herkes gerildi ve bu zamanlar ne desen yanlış anlaşılabileceğin zamanlar.

Sürekli kendinden bahseden arkadaş dedi ki ‘Bu ne demek oluyor şimdi, sohbet ediyoruz burda’.

Diğeri de dedi ki ‘hayır biz sohbet ediyoruz, sen sürekli kendinden bahsediyorsun, oğlumuza mı alacağız seni?’

Ve o arkadaş çıktı görüşmeden.

Ben hiç taraf olmak istemedim, şu anda da istemiyorum, hepsiyle arkadaşım. Ancak tarafsızlık da hayli karaktersiz bir durum olduğundan şunu söyleyeyim, herkesin çocuğundan bahsettiği, endişe ettiği, fikir aradığı, sorduğu, korktuğu, gerildiği, kızdığı veya gururlandığı bir kısa sohbette kendinden bahsetmek nedir gerçekten? İlla bir taraf olacaksam bu taraftayım sanırım. Kendi çocuğunla veya MEB ile, veya sınav sistemi üzerine veya özel üniversiteler hakkında, veya devlet üniversiteleri hakkında veya yabancı ülkeye gitme hakkında ne bileyim, ücretler hakkında, müfredat hakkında, hatta ergenlik hakkında söyleyeceğin tek kelime kalmadı mı? 

Diğer arkadaş da biraz aşırı tepki verdi o kesin ama kadın gergin. Canı sıkkın, zor bir sene geçiriyor, annesi aylarca yoğun bakımda kaldı Covid’den falan, bir sürü üzüntü atlattı. Orda iki dakika içini dökecek, iki hoca telefonu isteyecek falan, diğer arkadaş sürekli “ben Dame De Sion’dayken, ben Lyonn’da öğrenciyken, ben araştırma görevlisiyken”… Aramızda holding sahibi de yok ki CEO yapalım kendisini… Takılıyorum.

Millet orda çocuklar liseyi okula gidemeden bitiriyor ona yanıyorken tahammüller düşüktü tabii. Sonra tatlıya bağlamaya çalıştılar sanıyorum ama ben de çıktım müsaade isteyip çünkü çok gerildim ve gerildiğim ortamlardan hızla topukluyorum artık sevgili okur. Hiç sıkıntıya gelemiyorum vallahi.

Ancak düşündüm bu hafta, sonuçta yazı konusu da lazım ya, o kadar psikolojiye giriş dersi de aldık yani (ahahahaa) irdelemeyelim de taş mı yiyelim dimi? Bu kardeşiniz hiç bi Jung’a, Adler’a gönderme yapmasın?

Bir arkadaşım bir defasında demişti ki bana “Sen çok BEN dersen sana SEN derler”

Ne kadar güzel değil mi? 

Bizler, toplumda kendisine doğru düzgün pozisyonlar edinebilmiş insanlarız. Peki, kendimizi ne kadar çocuklarımızın “başarısı veya başarısızlığı” ile tanımlıyoruz? Bunu ne kadar kendimize alıyoruz. İyi okuyamıyorlarsa biz iyi “okutamadığımız için” mi gibi düşünüyoruz? Oradan bir “o akademik olarak çok uçmuyor ama ben uçmuştum 30 sene önce” gibi bir derdi var mı bazılarımızın? Olabilir neden olmasın? Bu kendi çok okuyamayan ama çocuğu okusun diye kendini yırtan pek çok iyi ebeveynin refleksinden daha farklı bir refleks değil ki.

İnsan “biz eğitim olayını çok önemseyen bir aileyiz, çok da çabaladık ama bizim oğlan/kız hayta biraz napalım” deme ihtiyacı duyabilir ve bu ihtiyacı ispatlamak için “bakın ben ben ben ben” diyebilir. Deyince de biri böyle tepeleyebilir tabii. Bu da insana dair. Bu işler iki ucu keskin kılıç işte.

Benim bu tip durumlarda, tecrübeyle, şöyle bir refleksim var. Bir şey hissediyorum değil mi? Bunu paylaşmama ne kadar gerek var? Bunu söylememe gerek var mı gerçekten? Sadece dinlememde bir sakınca yoksa konuşmama gerek var mı? 

İlla her konuda söz almak gerekmiyor değil mi? Çünkü bu zorunlu gibi her lafa atladığımızda sıkıntılar çıkabiliyor, tecrübe konuşuyor, bana güvenin. 

Bir arkadaş dedi ki “çok paylaşmak istiyorsa günlük tutsun oraya yazsın”.

Böyle tavırlı gibi bir söz belki ama hiç fena fikir değil bence. Ben mesela size yazıyorum bir yerde söylemediğim pek çok şeyi. Günlük tutar gibi sizlere anlatıyorum, yıllardır hem de. Resmen büyümeme, olgunlaşmama, şirretlikten Zen’e geçişime şahitlik ettiniz. Herkesle ve her şeyle kavga halinde bir insanken, durdum.

Durdum çünkü kendimi tatmin olmuş hissediyorum.

Hayatımdan, oğlumdan, kocamdan, kedimden, ailemden mutluyum. Bir şeylerin altını çizmek zorunda hissetmiyorum, bir ispat telaşım yok. Çayımı dizime elimi yanağıma koyup sadece dinleyebiliyorum. Ve ne oluyor biliyor musunuz? Hiçbir şey! Kimse bana sataşmıyor, kimse bana bozulmuyor, kimse bana küsmüyor çünkü benlik bir olay yok ortada. Huzur! Dinliyorum, bir şey sorarlarsa cevap veriyorum, birkaç espri yapıyorum, bitti gitti. Çoğu zaman da yarım kulak dinlerim arkadaşlarım bilir. Anlat ne dedim desen hebheb kalırım. Bu karantina döneminde üç sertifika programı tamamladım biri yerli ikisi yabancı, biri Yale hatta, vay bee. Ne onlardan bahsediyorum, ne yeni romanım bıdı bıdı diyorum, ne yeni üstünde çalışmaya başladığım işten bahsediyorum, ne satışlardan bahsediyorum. 

BEN demediğim için SEN diyen olmuyor.

insanın içi rahat değilse ağzı da durmuyor sanırım.

Herkese içine sindiği gibi bir hayat dilerim 

XXX

Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 18 senedir “yapıcam”.

DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:

www.mehtaperel.com 

www.mehtaperel.wordpress.com

www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com

instagram.com/mehtaperel

twitter.com/mehtaperel

Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)