İLLE DE BURASI

Merhaba sevgili okur, kısa bir aranın ardından yine merhaba. Ufak bir seyahat sonrasında yine baş başayız. Ben bu satırları sana yazarken dışarda yağmur yağmakta. En sevmediğim mevsime doğru yaklaşmaktayız. Ben “baharcı”yım. Sonbahar ve ilkbahar severim. Daimi güneş severim. Ama öyle yara yardıra güneş değil, güneşli bir hava ama bir hırka almadan da serin hissedilen hava severim. Serin ve güneşli hava… Buzlu limonata gibi. Şahane. Güzel bir sonbaharın tadını çıkardıktan sonra karanlık ve kasvetli kış üzerimize çökecek. Neyse bol konser+sinema+tiyatro yaparak atlatacağız bu kışı da… Allah sağlık verdiyse tabii. Benim böyle planlayıp planlayıp sonra apar topar ameliyat olduğum da, bacağımı kırdığım da oldu yani. 

Ay ağzımdan bal damlıyor görüyorsun (klavyemden). Kış bastı bile şimdiden baksana moraller pert. Neyse seni de şişirmeyeyim şimdi sevgili okur. Gel biz yazımıza başlayalım.

Sana böyle çok vatancı, bol bayraklı, ayakta hazırollu ve milli marşlı bir yazı yazmıycam. O değil. Ama şunu yazıcam sanıyorum, ülkeden çıkmanın en güzel yanı ülkeye dönmek.

Seviyorum üleyn burayı.

Çok kızıyorum bak o ayrı. Hiç aklıma yatmayan, acayip canımı sıkan, çok moralimi bozan bir sürü şey oluyor ve ben de bunlardan herkes kadar rahatsızım.

Ama yine de…

Başka bir ülkeye gittiğimde, başka bir ülkede yaşadığım dönemi de ekleyerek yazıyorum bunu sana, hep turist gibi hissediyorum ben. Hep turist kafasındayım. Çok eğleniyorum, beğeniyorum falan ama en ufak sahiplenmeden. Şey gibi düşün, resim sergisine gidiyorsun, bir tabloyu beğeniyorsun, fiyatına bakıyorsun olmayacak bir rakam da değil, alırsın, pek de hoş ama almıyorsun. Bilemiyorum doğru tarif oldu mu ama buna benzer bir şey. Değişik bir duygu.

Belki anlatmışımdır ben öğrenciyken sınıfta benden başka da yabancı öğrenciler var tabii. Koskoca profesör dersin, neyin egosuysa artık, hepimizden tek tek ülkemize dair şikayetleri dinliyor. Bir nevi tanışma dersi. O dönem de benim derdim yok veya varsa da çok farkında değilim durumun ama agresif bir durumum yok ülkeme dair. Olanı var tabii sınıfta. Neyse sıra bana geldi ben ‘yok’ dedim. ‘Ben memnunum, Türkiye iyidir’. Adam üstüme geliyor beni konuşturmaya çalışıyor böyle her şeyinden mi, emin misin falan yapıyor… Konu şöyle bir yere geldi, geçmiş gün. “Ülkende koşulların çok iyi olduğu için burada değilsin herhalde”. Bu kabacası ama böyle bir yere geldi nazik nazik. Ben de “ülkemde koşullarım kötü olmadığı için geri döneceğim ülkeme” minvalinde cevap verdim. Amerika bu yav, memleketteki herkes yabancı, herkes bir yerden zaten. Buna rağmen. 

Sonra hep bunu hissettim. Oralı olmadığımı. Ne kadar zamandır orada olsam da bana hep peki neden orada olduğumun sorulacağını. Bana bunu hissettirmeseler de ben böyle hissettim. Belki bana dair bilemiyorum. Türkiye’de Türk olarak doğup, büyüyüp, yaşamak insana o aidiyet duygusunu çok fazla veriyor. Buralı oluyorsun. Kızsan da buralısın. Kızdığında kızıyorsun, kızmaya hak görüyorsun kendinde. Kızma hakkın var burada. Diğer türlü kızamıyorsun da, en fazla bana ne deyip geçiyorsun. Bana öyle oluyor.

İngiltere’de otobüs birleşmiş milletler gibi. Dünyanın her yerinden insanlar. Turist değil eve, işe gidiyorlar. Muhtemelen İngilizler ama yani alakaları yok. Hintiler, Asyalılar, Sudanlılar…  Biz mesela buradaki göçmen artışından rahatsız oluyoruz ya. Alışkın değiliz ondan galiba. Bizde böyle değildir ki. Otobüse binersin ve hemen herkes, en azından otobüsün yüzde doksan beşi “senden” dir. Şimdi pat diye, hiçbir geçiş-kaynaştırma olmadan bu durum yarı yarıya bambaşka insanlar şeklinde olunca, bu insanlar da turist değil yerleşik bir kitle olunca böyle bir bocalama yaşıyor olmalıyız (en azından bazılarımız). 

Bu seyahat ülkede gözüme batan bazı şeyleri bir tık normalleştirip en azından kendimi daha az rahatsız etmeme de vesile olduğu için iyi geldi. “Amaan her yerde bir kargaşa boşver” gibi bir kafayla gezdim dolaştım. Bir de İstanbul o kadar büyük bir şehir ve her şey var ki, başka bir yere gittiğinde hiç bocalamadan, afallamadan, nereye gidersen git aylardır orada gibi takılabiliyorsun. Bizim çok kızdığımız İstanbul pek çok kocaman şehirden çok farklı değil yani, hatta her yere beton dökmeyi bıraksalar pek çok kocaman şehirden doğal olarak güzel bile. Adam boklu kahverengi bir nehirde ne yapacağını şaşırmış kürek yarışı mı düzenlesem kenarında oturup bira mı içsem, önüne dönme dolap koyup turist mi keklesem delirirken boğaz var boğaz benim şehrimde. Sadece İstanbul boğazı döver bence.

Bu duygularla geri döndük. Uçakta yemek de şahaneydi. Döndüm kocama dedim ki bakma bizim ülkemiz güzel. Kızıyoruz falan evet ama güzel. Bizim ülkemiz sonuçta. İyisiyle, kötüsüyle bizim. Kendi aramızda Türkçe konuşuyoruz diye kimsenin “burada namaz kılmak yasak” diye uyarı getirmesi gerekmiyor kendi ülkemizde. Evet, böyle bir durum var. Sevgili gurbetçilerimiz neyin kafasını yaşıyor, ne yapıyorlarsa, bulunduğumuz noktada pat diye kendimizi yere atıp namaz kılmaya başlıycaz diye bir panik yaşıyor yabancılar. 

Bu ayrı bir yazı konusu gerçekten (gözlerimi devirdim)…

-Umarım sergimizi beğenirsiniz

-Çok teşekkürler, eminim çok beğeneceğiz

-Nereden geliyorsunuz?

-Türkiye

-Auuvv, pekala, eğer ibadet yapmak isterseniz büyük holde yapmamanızı rica edeceğiz. Burada ibadet için ayrılmış alanımız yok. 

-Auvvv hayatta olmaz ibadetim geldiği an yapmadan duramam

Bunda onların suçu yok. Bu “bizde”. Biz derken asla kendimi kastetmiyorum da işte… Neyse…

İndik kendi havaalanımıza. Bagaja doğru gidiyoruz. Diyoruz ki “bakma kızıyoruz ama burası da çok güzel oldu. Kuşların göç yoluna yapmamalılardı ama!” Yine de kendi ülkemize gelmenin mutluluğu içindeyiz. 

Bavulu aldık çıkarken polis durdurdu. Evet bizi. Bizim ülkede bizim polis bizi durdurdu. Bu arada kutsal Araplar sağımızdan solumuzdan içinde ne olduğu belirsiz çantalarla geçerken bizi polis durdurdu. 

-Hayırdır?

-Bagaj kontrol

-Neden? Ne alaka?

-Ne demek ne alaka bakıcaz

-Niye şunlara bakmıyorsunuz da bize bakıyorsunuz?

Şimdi kendi ülkende olunca bunu yapabiliyorsun tabii. Başka ülkede olsan popo deliğine kadar ararlar adamı hık diyemezsin.

-Bir şeyler görünüyor çantada

– Ve bu ne olabilir dimi?

-Açın görelim neymiş. Kutuda.

-…………. Omega3, C vitamini, Multivitamin……….

– Geçebilirsiniz.

Bu arada Sağlık Bakanlığı yurt dışına gittiğimizde çok fazla vitamin vesaire taşımamızı istemiyormuş bilginiz olsun. Keşke fiyatları düşürseler de (vergileri hafifleterek) insanlar kendi eczanelerinden alsa o zaman dimi?

Böyle işte. 

Yine de çok şükür.

Yine de seviyoruz kendi memleketimizi işte.

Yine de insanın kendi ülkesi gibi yok. Çook sinirlensek de. 

Herkese mutlu olduğu yerde bulunduğu bir hafta dilerim. 

***

Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 17 senedir “yapıcam”.

DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:

www.mehtaperel.com 

www.mehtaperel.wordpress.com

www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com

Instagram:mehtaperel

Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)