İstanbul’da güzel bir haftaydı sevgili okur. Hava ılık hatta sıcaktı, birkaç kez klima bile çalıştırdım, sis vardı. Seviyorum ılıman havaları, ne çok sıcak ne çok soğuk, böyle bir hırkayla çıkılan hava en iyisi. Hayvanlar da mağdur olmuyor hem…
(Kafamda bir sürü fikir uçuşuyor şu an)
Eskiden kış mevsimini biraz daha fazla severdim. Kış derken KIŞ değil tabii, KAR. Kar ile oynamak, okulların tatil olması, oyundan döndüğümde buz kesmiş ellerimi kaloriferde ısıtmak, kalorifer peteği üzerine eldivenlerimi koyup bir sonraki oyuna dek kurutmak. Ne güzeldi…
Şimdi havalar soğumaya başladı mı içim kararıyor çünkü bu gariban sokak hayvanları ne olacak? Kaçı donarak kaçı yemek bulamamaktan sokaklarda, kaldırım kenarlarında can verecek diye düşünmekten mutlu olamıyorum. Kış sevimsiz bir şey. Kış sporları sevimsiz, soğuk sevimsiz, kışlık giysiler sevimsiz… Bir kar manzarasını ve karda eğlenmesini severdim onu da yitirdim. Berbat yani.
Bu sebeple, yazının tam da burasında hatırlatmamı yapayım, lütfen sokak hayvanlarına yardım edin. Bahçenize, apartmanınıza, kapınızın eşiğine sığınsınlar. Altlarına bir karton, bir paspas koyun buz gibi taşa yatmasınlar. Önlerine bir avuç kuru mama koyun. Açlıktan, donarak ölmesinler. İnsan olmayı unutmayın, insan olduğunuzu unutmayın. İnsan olun!
Bu hafta ne yazsam diye düşünürken, dur dedim haberlere bakayım, oradan bir şey çıkar belki ama ne mümkün. Ya siyaset ya ekonomi. Ekonomi feci Google yetişemiyor. Bir servis arabası alayım diye düşünüyordum. Şöyle ahşaplı, kadeh takma askılı falan, tabii geldiğimiz noktada çok özür dilerim bir s*kindirik servis arabası tüm yemek odası takımı fiyatına. Neyse (ağzını bozma, küfürlü yazma Mehtap diye arayacak annem şimdi), internetten bakıyorum nerede ne var diye, bir tane buldum. Aman dedim iyiymiş. İyiymiş derken iyi falan değil bence de emsallerine göre, Maslak’taki büyük Mudo’da 5500, Dank İstanbul’da 7000 bu bulduğum da güzel ve 1000, kelepir gibi oldu tabii. Hemen tıkladım ne göreyim, zavallı Google cache’lediğinde o fiyatmış, öyle hızlı zam gelmiş ki olmuş 2700. Sistem yetişememiş.
Balat falan antikacı gezilebilir, gerçi malum oralar da çok pahalı çünkü o da “tarz” oluyor ya… Hadi buldum diyelim bedava verseler alamam ki. Ben kullanılmış eşya alamıyorum, antika dahil. Neden? Çünkü korkuyorum. Ben enerjilerimizin eşyalara sindiğine inananlardanım. Kullandığımız eşyalara, yaşadığımız mekanlara enerjilerimizi bırakıyoruz diye inanıyorum. Bir keresinde ev bakmaya gitmiştik. Fiyatı ve yeri tam planladığımız gibiydi. Emlakçı ile buluştuk eve gittik, salona girdiğimizde duvarda pastel boya ile kocaman bir yazı gördüm.
‘Biz burada çok mutluyduk baba, bunu bize neden yaptın?’
Adam boşanınca karısıyla çocuğunun kaldığı evi satışa çıkarıp onları başka bir yere taşımış. Muhtemelen “anlaşıp” eski karısı ve çocuğunu daha ufak bir yere geçirip, kendince iktisat yaptı.
Böyle boğulacak gibi oldum içerde, hemen çıktık ve almadık tabii orayı çünkü o enerji ile mutlu olamayız ki biz.
Böyle dekorasyon programlarını izliyorum internetteki, şahane bir orta sehpa mesela, diyor ki bunu -işte atıyorum- şuradaki eski eşyalar satan dükkandan alıp yeniledim, kim bilir ne yaşanmışlıklar var bu ahşapta ve hikayesine ortak olmak istedim” falan. Hayret ediyorum. Düşün evde kavgalar tartışmalar yaşanmış, olumsuzluklar üst üste gelmiş, mutsuzluklar üst üste binmiş, ölümler olmuş… O insanlar tartışırken, ağlarken o enerjiler hep binmiş o ahşaba sende böyle alıp evine getirmişsin. Belki çok şahane anılar birikti belki değil, bilemezsin. Böyle düşündüğümden sanırım hani bir başka yerde on gün kalmış bile olsa olmasın, gidip Ikea’dan alayım benim için tamamdır.
Dekorasyondan bahsetmeye başladım gibi oldu ama ekonomi haberlerinden gelmeye çalıştığım nokta servis arabası üzerinden internet alışverişleri idi. İnternetten alışveriş yapmak inanılmaz kolaylaştı, yani heeerrr şeyi online sipariş verebiliyorsun artık ama ucunu kaçırmamayı becermek zor vallahi. İnternetten alırken böyle bir tık tık eli gidiyor insanın her şeyi sepete atıveriyorsun sanki. Ben şöyle bir yöntem buldum sevgili okur, sepete (veya beğendiklerimin arasına) atıyorum ama hemen almıyorum. Almıyorum sallanıyorum, başka sitelere bakıyorum, dükkan geziyorum falan ve bir bakıyorum soğumuşum o fikirden. “Bu burda kalabalık yapacak şimdi” diye düşünmeye başlamışım mesela. Eğer üzerinden zaman geçtiği halde almak istiyorsam o zaman durumu gözden geçiriyorum.
Mesela servis arabası. Zaten Covid, kimse kimseyi evde ağırlayamıyor eskisi gibi, servis arabasını ne yapacağım mesela? Gel gör ki bir dekorasyon objesi olarak iyi bir fikir olduğuna ikna oldum, bir işe yaraması gerekmiyor. Bu durumda tamamen keyfi bir alışveriş. O halde makul meblağlı bir alım yapmalı ya da yapmamalı. Yalnız bir şeyi illa alacaksanız çok sallanmaya da gelmiyor, kafanı çevirene kadar herrr şeye zam geliyor. Geçen bu “daybed” denen benim çocukluğumda somya denen şeylere bakıyorum, yahu 900’den 1700’e gelmiş oradan “Kasım indirimi” 1400 olmuş falan, sor enflasyon yok ve fakat bu ne o zaman belli değil.
Ha bu arada sevgili okur, diyorsan ki ekonomi bozuldukça birilerinin oyu düşer çünkü herkes fakirleşiyor, yanılıyorsun. Herkes fakirleşmiyor. Biz fakirleşiyoruz, birileri zenginleşiyor, o birileri de “kendi fakirlerine” bakıyor. O garibanlar da zaten mercimek-un noktasında olduklarından işte bir şekilde karınları doyuyor diye salmış haldeler. Oyna devam yani. Yani çok da ümitlenmemek lazım gibi gözlemliyorum ben. Geçen nerde dinledim ya, Özlem Gürses İsmail Saymaz falan…, Utube’dan HalkTV’ye girin, ordan Özlem Gürses’in İsmail Saymazlarla olan programlarına bakın. İsmail Saymaz-Kadri Gürsel programlarına bakın. Levent Gültekin-Murat sabuncu programlarına bakın. Bir kulaklık takıp radyo gibi dinleyin. Arabada giderken, yürürken, market alışverişinde vs yanda tek kulak dinleyin. Kurumların kendilerine ayrılan bütçelerden nerelere, o nerelerin de nereleri beslediğini anlatıyorlar. Yani öyle “insanlar aç aç” bir kesim insan için geçerli. Dolayısıyla enseyi karartmamak lazım evet ama çok da ümitlenmemek lazım gibi.
İnanılmaz dağıttım konuyu. Hesapta böyle ekonomi ve politika dışında bir şey konuşulmuyor deyip sana başka şeyler anlatacaktım ama ucu kaçtı. Kafamın dağınıklığı direkt yazıma yansıyor.
Kısaca değineyim o zaman.
Bu ara uzun okuma yapmaya tahammülüm yok. Uzun uzun okuyamıyorum da yazamıyorum da. Konsantre olmakta zorlanıyorum, neden bilmiyorum ama bu da böyle bir dönem sanırım. İllüstrasyonlarla ilgilenmeye başladım. Ekin Akış çok beğeniyorum. İşleri çok güzel. Sedat Girgin zaten, zaaaattteeen hastasıyız. Benim son romanım Ürperti’nin kapak tasarımını yapan Ebrahel Lurci de muazzam, onun başka bir çalışması da evimizde duvarımızda, çok beğeniyoruz. Eren Çağdaş Karasu var. Yüz çizimlerini beğeniyorum. Bu ara daha çok dinliyorum ve bakıyorum. Film izliyorum, müzik dinliyorum, haber dinliyorum ve resim bakıyorum.
İyi oluyor böyle. Bütün dünya çıldırmışken mesela, sanata takıl rahatla. Biz sahaf gezdik geçen….
Bak düşündüm de şimdi kitabı sahaftan alabiliyorsam eşyayı neden antikacıdan alamıyorum??
İlginç.
Kitap’ın ayrı bir şeyi var sanıyorum. Kitap’ın yanında ne yaşanırsa yaşansın onun bir anlattığı var ve içinde ne yazıyorsa o gibi. Ona geçmez gibi.
Değişik bir kafa…
Kadın sıkıntılı sevgi okur ki sen bunu yıllardır zaten biliyorsun.
Geçen bir yandan klasik jazz dinleyip bir yandan kulak temizleme çubuğuna damlattığım çamaşır suyuyla piriz temizlerken bir yandan da yapılacak işleri kafamda sıralıyorum, mesela bir öykü yazıp teslim etmem gerekiyordu ve yapamadım, elime yapıştı, ona şişiyordum ki kendime DUR dedim. Dur ve şurda iki dakika müzik dinlerken bile kendini darlama. Bi sal. Ekonomiyi, politikayı, seçimleri, bir sonraki kitabı, tamamlayamadığın eline yapışan öyküyü sal. Kediyi sev. Her şeyi bıraktım, gittim kedimi sevdim. Sonra bir kahve yaptım. İnanılmaz bir ferahlık geldi sevgili okur. Öyle ferahladım ki bir bakmışım Trendyol’dan servis arabası seçiyorum….
Hayır almadım. Sen de alma Ikea’da da var. Al onu kullan hevesini al, sıkılınca yazlığa götürür saksı falan koyrsın. Senle yaşayacak hali yok ya.
Atamayacağın şeyi alma sevgili okur. Ama insan ama servis arabası.
Kafanı toparlayabildiğin ferah bir hafta dilerim.
XXX
Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 18 senedir “yapıcam”.
DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:
www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com
Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)