Bazen korkar anneler…

Atahan geçen sene ilkokul birinci sınıftaydı. Geçen sene Şubat tatilinin ilk günlerinde öğrendik ki, okul pat diye başka bir okullar grubuna satılmış. İşin sevimsiz tarafı bu okullar grubu belli bir tarikatın kontrolünde diye dedikodular var. Bizim sınıfın velileri apar topar bir araya geldik. Araştırdık, konuştuk…

İkinci dönem başladı.

Okulun yeni müdürü toplantı yaptı ve okulda bir “dinlenme odası” açılacağını söyledi. Burada isteyen öğretmen ve öğrenciler namaz kılacaklarmış.

Namaz kılınmasıyla ilgili bir problemim söz konusu olamaz sonuçta Elhamdülillah Müslüman’ım ve oğlumda Müslüman yetişiyor. Fakat ben ibadetin okulda yapılmasını doğru bulsam gider imam hatip’e yazdırırdım çocuğumu öyle değil mi? İbadetin evde ya da camide yapılması gerektiğini ve en önemlisi ibadetin insanın yüreğinde başladığını bildiğim için…

Daha dakika bir gol bir, müdür toplantı esnasında gözümüzün içine baka baka, küçücük çocuklar için; “Öğretmenler ve öğrenciler gömlek yakalarını göğüs çatalları görünmeyecek şekilde kapatacaklar” gibi agresif bir laf ettiği için…

Biz bir dakika “Noluyoruz” demeye çalışırken yine aynı agresif tavırla;” Sizler gider çocuklarınızı Fransız okullarına yazdırıp oralarda rahiplerle okutmakta sakınca görmezsiniz ama biz burada namaz kıldırınca gözünüze batar” dediği için…

Apar topar öğretmenimizle birlikte çocuklarımızı da okuldan aldık.

Biz şehir dışında yaşıyoruz. Ya kıyıp, sabah altıda kaldırdığımız çocukları servisle şehire, okula yollayacaktık ya da yine eve yakın olan okullardan birini tercih edecektik.
Eve yakın çok okul var ancak bunların bir kısmına para yetiştirebilmemiz mümkün değil.

Bir kısmı “Lay lay lom” la velinin gözünü boyuyor, çocuklar üniversite falan tutturamadığı için aileler yine şimdi yaptıkları gibi basıp parayı çocukları yurtdışına yolluyor.

Bir kısmı çok ağır olduğu iddiasında, düdük kadar çocukları sınavla almaya kalkıyor…

Bir okul var burada. Aynı çatalcı müdürün dediği gibi Fransız ekolü, Fransız okulu.

İçerde tek kelime Türkçe bilmeyen Fransız hocalar var ve iddialılar, Türkçe kadar Fransızca, Fransızca kadar İngilizce öğretiyorlar. Bizim çocukların öğretmeni –her ne kadar çok iddialı bulsam da- matematik konusunda hasta. Deli gibi matematik çalıştırıyor çocuklara ve sevdiriyor çünkü kadının en sevdiği ders matematik.

Bundan iyisi Şam’da kayısı gibiydi. Daha önce ödediğimiz rakamlardan daha fazla ödemek zorundaydık. Ama olsundu. Önemli olan çocuklarımızın geleceğiydi ve en azından verdiğimiz paraya deysindi. Kendi masraflarımızı kısar, tişortümüzü, hırkamızı, donumuzu pazardan alıp çocuğumuza Fransızca hoca tutardık, ne olacaktı.

Yine bizim sınıfın anneleri bir araya geldik, konuştuk. Dedik ki akıllı davranıcaz. Hiçbirimiz osurtturmıycaz. Kimse gidip pat diye çocuğa cep telefonu almayacak, birimiz aldık mı hepsi ister, önce kendi aramızda konuşucaz. Hoca tutmak gerekirse, ikişerli, üçerli gruplar yapıp parayı bölüşücez. Aynı gün aynı miktar harçlık vericez.

Biz bu çocukları başka türlü büyütücez. Sinema, tiyatro, kitapla ilgilenecekler. Spor yapacaklar, bir müzik aleti çalacaklar, çanta/ayakkabı markası değil kimin Ayasofya’yı gezdiğini konuşacaklar.

Ve anlaştık. Hatta başardık. Birbirimizle haberleşerek hareket ettik. Doğum günlerinde çocuklar dışarıda kutlamak istediğinde, iki üç veli bir araya gelip, masrafı bölüştük. Çocuklarımıza paylaşmayı öğrettik, öğretiyoruz.

Ancak dün Havva aradı. Havva, Atahan’ın sınıf arkadaşının annesi ve benim de yakın arkadaşım. Okulun talimatlarını okudu bana telefonda…

Beş (5) sayfa not aldım. İlk iki ders blok ders olacak. Blok derse iki kere geç kalan, üçüncüde derse alınmayacak ve tüm blok ders boyunca aşağıda tek başına bekleyecek. Erkek çocukların saçlar kısa traşlı, kızların toplu olacak.

Sadece ve sadece siyah ayakkabı giyilecek, hiçbir şekilde okul formasıyla oynanmayacak, çocuğun kullandığı bir ilaç varsa doktor tarafından imzalı reçeteyle okul hemşiresine bırakılacak, veliler hiçbir şekilde okulun içine girmeyecek, çocukları servise vermeyenler en çok on dakika önce okula gelebilecek, erken gelip okulun önünde lak lak yapılmayacak, çocuklar koridorlarda koşmayacak, sadece bahçede koşacak, merdivenlerden tek sıra halinde sağdan inilip çıkılacak…

Beş (5) sayfa…

Havva ile telefonu kapattık. Dönüp Sarhan’a baktım. Tamam Fransız ekolü, disiplin falan da…

Canına yandığımın çocuklarını Kuleli Askeri Okuluna yazdırmadık ki biz. Bunlar daha ilkokul ikinci sınıfta. Sekiz yaşında bir oğlan çocuğu tek sıra halinde ne kadar yürüyebilir?

Öte yandan Sarhan, her baba gibi, benim değil okulun tarafında.

Sarhan: HAH! Süper, budur! Okul dediğin böyle olur işte!

Ben:

Sarhan: Disiplin küçük yaşta olur. Okul dediğin yer disiplinli olur. Öyle g..tü başı oynayan bir yığın zırzoptunun arasında çocuk okutulmaz. Adam gibi yetişecekler işte.

Ben:

Sarhan: Adamlar koşmasın demiyor ki, çıkın bahçede oynayın, at gibi koridorlarda koşmayın diyor. Gayet normal, mükemmel. Öyle dingonun ahırı gibi okul olmaz. Aferin adamlara.

Ben:

Sarhan: Öyle geç kalırsan almayacak tabi derse, okul bu! Derse zamanında gideceksin. Saçlar traşlı olacak. Bizim bir müdür vardı, okulun kapısında beklerdi sabah, yüzümüze pamuk sürerdi. Suratımızda pamuk kalırsa sakal var diye içeri almazdı. Bak ODTÜ’ye girdim, birincilikle de bitirdim. Niye? Çünkü çocukluktan aldım o disiplini. Ders varsa bitti. Millet top oynardı, ben de oynardım ama dersim bitmeden beni kesseler kalkmazdım masadan. Tam benim istediğim gibi yetişecek bu çocuk.

Hani annelerin neyin eğri neyin doğru olduğunu kestiremediği zamanlar vardır. Çocuğuna kıyamamaktan mı ağlamak istersin, yoksa bir şeyler yanlış olduğundan mı emin olamazsın. Hani anneler bazen, minicik yavrularını o binaya bırakırken -babalar zafer çığlığı atsalar da- gözlerinin dolduğunu çaktırmamaya çalışarak yavrusuna gülümser.

Hani annelik bir gariptir. Biri gelir “amaaan sen de” der ve sen o anda o ağza bir tane çarpmak istersin.

Küfür gibi gelir. Çünkü o “amaaaan” denilen şeye sen üzülüyorsundur ve senin için önemlidir.

Hani anneler bazen çocuklarının büyümekte olduğunu kabullenmekte zorlanır. Hayatın her zaman rengarenk olmadığını, kurallar, zorluklar ve taşlar olduğunu ne kadar geç öğrenirse o kadar iyi olur ister.

Anneler korkar bazen. Yavrusu yıpranmasın ister.

İnşallah her şey iyi olacak. Okul zor bir okul ama hocalar tatlı duruyor, inşallah bir problem çıkmayacak.

Sizi güldüremedim bu hafta, lütfen beni affedin, içim huzursuz o yüzden komik yazamadım. Şükürler olsun ki hala, keyfim yokken de komik olabilecek kadar kaşarlanmadım. Bu hafta biraz korkuyorum, içim bir acayip. Umarım ilk haftayı oğlum benden kolay atlatacak…

Ve büyük ihtimalle siz bu satırları okurken, ben dergide, masamda, elimde bir bardak kahve “Acaba ne yapıyor, keyfi yerinde mi?” diye düşünüyor olacağım oğlum için.

Birlikte çalıştığım arkadaşlarımı “Oğluuummm, oğllluuummm” diye bunaltıcam. Onlar bana “Düş şu çocuğun yakasından” diye takılacaklar. Güleceğiz durumuma kendi aramızda. Ama biliyorum, bu haftayı zor atlatıcam…