ŞUBAT TATİLİ KUTLAMALARI

Hepimize geçmiş olsun…
Uzmanlar sağlıklı ve uzun yaşamın sırrı olarak birtakım şeyler sayıyorlar ve bunları hepimiz biliyoruz değil mi? Az yiyoruz, sağlıklı besleniyoruz, içki ve sigaradan uzak duruyoruz, düzenli spor yapıyoruz. Bunun sonucu olarak da sonsuza kadar mutlu ve sağlıklı yaşıyoruz…

 

Hepsini geçtim ki hepsine bir “anti-tezim” var inanın ama… Düzenli spor? Bir insanın kendi eliyle kendine yapabileceği en büyük eziyet bu… Bence elbette…

 

Asla çok akrobat bir insan olduğumu iddia etmeyeceğim. Gençliğimde basketbol oynadım (gülmeyin kızarım) fena da değildim. Evet, 1.60 boyla pota altında değildim elbette ancak hiç fena bir guard oyuncusu da değildim hani… Düzenli olarak kaburgalarımı kırarak Enshin Karate çalıştığım dönemi de saymazsak, sporla olan ilişkim, tavsiye edilen yeni yöntemi birkaç hafta deneyip, çok sıkılıp bırakmak üzerinedir. Bu sebeple, “kış tatili” programı ciddi meseledir her sene. Çünkü Atahan kayak hocasıyla takılırken, benim şömine önünde kendimi sucuk+şarap olayına vermem kalp ve damar sağlığıma pek iyi gelmemekle birlikte, durum bu idi genelde…

 

Bu yıl şubat tatili kutlamaları çerçevesinde kendimize bir iyilik yaptık ve yeni açılmış bir SPA otel bulduk. Yani; sucuk+şarap+sauna+masaj… Çünkü düşündük taşındık ve “körü körüne ye-iç-yat’la ölünmüyor, bunu 40 derece buhar odasında yapalım ki damarlar lastik olsun” dedik.

 

Otele vardığımızda odamızda bizi mis gibi bornozlar karşıladı ve burası bir SPA oteli olduğuna göre… Bence… Otelde böyle dolaşılmalıydı… Bornoz ve Crocs… Elbette içimizde yüzme kıyafetlerimizle ancak yine de… Bornozla…

 

Yine de Türkiye’nin değişen yüzünü düşünüp, kimsenin durduk yere abdestini kaçırmayalım dedik ve resepsiyonu arayıp, “Otelde bornozla geziliyo mu?” diye sorduk. Oluyomuş…

 

Sonrasında insanların detokslanmak ve yenilenmek üzere bulunduğu bu yerde kocam ve oğlum hakikaten, “Sağlığın dibini buldu”. Sıcak, soğuk, kükürtlü, bilmem neli havuzlar, bilmem neli saman terapi odaları, bilmem neler…

 

Ben onları baba oğul kendi kafalarına göre takılmak üzere terk edip, önce kötü alışkanlıklarımı bornozumun ceplerine doldurdum. Sigara, çakmak, fındık-fıstık-çikolata… Şarabımı da aldığım gibi havuza teşrif buyurdum. Bir yudum içemeden yatak gibi şezlongda uyumuşum… Manasız bir şekilde havuza atlayıp üzerime su sıçratan insan irisi adam yüzünden uyandım ve bu duruma çok kızdım. Havuz var diye yüzecek miyiz illa kardeşim, uyusanıza siz de dimi…

 

Uyanınca mecburen sigara içmem gerekti ve 30 derecelik havuz kısmından 2 derecelik dışarıya bornozla çıkmak zorunda kaldım ki… Öncesinde çişim vardı, sonra kalmadı, sanırsam içimde dondu…

 

Ve fakat, zatürre dediğin pat diye gelmiyor, üzerinde çalışmak gerekiyor, içeriye girdiğim gibi bütün abur cuburlarımı buz gibi diet kola eşliğinde yutup yaklaşık 45 derecelik buhar odasına girme kararı aldım.

 

Buhar odasında bir an boğulacak gibi oldum çünkü nikotinden sonra yoğun ve ıslak hava ciğerlerimin birbirine yapışmasına sebep oldu galiba… “Hıııaaaahhhhhh” diye höykürerek kendimi dışarı attım.

 

“Ölüyor muyum acaba?” diye düşünürken daha önce kaldığımız otellerde adını gördüğüm ancak sürprizlerden hoşlanmadığım için denemediğim, kapısında “Şok kovası” yazan yere doğru ilerledim. Bir şok gerekiyorsa bu şimdi lazımdı çünkü sıcaktan nefes alamıyordum.

 

Girdiğim odada gerçekten tavana asılı bir kova görünce olaya uyanmalıydım belki de ancak uyku arası sıcak+soğuk+sıcak yaşamaktan beynime giden damarlar büzüştüğü için oksijen akışı durmuş olmalıydı ve ben bu sebeple kovanın ipini çektim.

 

Kafamdan aşağıya o kadar soğuk bir su döküldü ki (hem de kelimenin tam anlamıyla bir kova dolusu)… Bir an sıcak mı soğuk mu anlayamadım… Soğuk olduğunu anladığımda ise ayak parmaklarım ayak tabanıma doğru bir daha düzelmeyecek şekilde kıvrılmıştı.

 

Acıktığıma karar verdiğimde ise bir saat kadar kocamla oğlumu aramam gerekti. Bulduğumda PS3‘de Fifa oynuyorlardı…

 

Sonrasında oğlum (yine daha önce başka bir otelde rastladığım ancak denemediğim için ne olduğunu bilmediğim) bir alana doğru beni sürüklemeye başladı.

 

Karanlık mağara gibi bir yere girdik. İçerde renkli ışıklar sürekli olarak yanıp söndüğü için önümü görmem mümkün değildi ve arka planda manasız bir gök gürültüsü sesi vardı… Atahan önde ben arkasında ilerlemeye başladık bu arada ben; “Oğlum burada n’oluyor” dediysem de sıpa sadece “ehehehehe” diye güldü, net bir cevap vermedi. Derken tepemden, sağımdan, solumdan bir sıcak bir soğuk nereden ne zaman geleceği belli olmaz şekilde sular dökülmeye başladı. Sağa kaçıyordum soldan soğuk su geliyordu, sola kaçıyorum tepemden kaynar su dökülüyordu… Çıkışı da göremediğimden çığlık çığlığa koşmaya başladım… Çıktığımda gözlerim yuvalarından geri dönülmez şekilde fırlamıştı… “Macera Duşları” denen hadise böyle sadistik bir Çin işkencesiymiş meğerse ve bundan eğlenilmesi gerekiyormuş…

 

Bütün günü bir soğuk bir sıcak ama sürekli ıslak geçirdikten sonra kendimi hamama atıp orada ölmeye karar verdim.

 

Hamamdan içeri adım atmamla birlikte muhtemelen hayatında ilk defa “ballı zencefilli” sabunla yıkandığı için sevindirik olup bütün kalıbı orada bitirmeye çalışan ve bu yüzden hamamı sabunsal bir kayak pistine dönüştüren kadın yüzünden feci şekilde kayıp düştüm.

 

Kadın beni yerden kaldırmaya çalışırken “Aaaa düştün mü?” dedi… Bunu dediği anda düşmüştüm ve yerdeydim. “Senin yıkandığın suyu yalar yutarım” deyip kendimi yere atmış olma ihtimalim hayli zayıf olduğuna göre düşmüştüm evet… Nerede netleşememiştik bilmiyordum yine de beni sabunla boğmasından ya da daha fena şeyler yapmasından korktuğum için “evet düştüm” dedim. Çünkü hamamda yalnızdık, çıplaktık ve o benden iriydi…

 

Yıkanma faslından sonra kendimi odamıza attım. Saat henüz erkendi, yemek de yememiştim… “Şurada azıcık kestireyim” dediğimi hatırlıyorum… Ertesi gün uyandım…

 

Bir Şubat tatili böyle geçti…

 

İkinci yarıyıl bugün başladı…

 

Çocuklarımıza da bizlere de hayırlı olsun…

 

Herkese kolay gelsin…