ÖPMEDEN OLMAZ

ÖPMEDEN OLMAZ

Bazen solumuzdan kalkarız

Anneler bilir, çocukların sınıf arkadaşlarının doğum günleri bir alem olur. Kadın arkadaşlar birbirlerine destek olmaya çalışır, işi olanlar olmayanlara yavrusunu emanet eder, yedek atletler, t-shirtler verilir, hediyeler ayarlanır, kartlar yazılır…

O kalabalıkta, kargaşada çocukları kaybetmemek gerekir, elinizde en az iki emanet vardır ve sizin işiniz hem onların iyi vakit geçirmesini sağlamak hem de bunu güvenli bir şekilde yapmaktır.

Bu hafta sonu Atahan’ın arkadaşının doğum günüydü ve (genelde bu işleri ben Hande’nin üzerine yıkıyorum) iş başa düşmüştü; açıkçası ben de arkadaşlarımı özlemiştim ve biraz kadın kadına vakit geçirmek, çocuklar oynarken dedikodu yapmak iyi gelecekti. Atahan, Emir ve Bora’yı alıp yola çıkacaktım ki Sarhan (benim kocam böyledir, ben bir yere yalnız gidersem memleketteki tüm sapıkların beni, bulup elleyeceği gibi bir korkuyla yaşıyor sürekli), “Ben sizi bırakayım tek gitme” dedi.

Çocuk eğlence parkında kutlama yapacağımız alışveriş merkezinin ana kapısına geldiğimizde, üç azılı 9 yaş erkek çocuğunu arabadan indirmeden önce arkaya dönüp, “Şimdi beni iyi dinleyin” dedim. Arabada geçen o kısacık mesafede, arkada tepişmeyi başarmış ve bu sebeple şakaklarından, enselerinden ter akan üç böcek bana baktı. Sevgili okur şöyle söyliyim; fırlamalık akıyor üçünden de… Yani arabanın kapısını açtığım anda uçacaklar, çocuk kilidi olmasa çoktan kapıyı kendileri açıp uçacaklar zaten…

Ben: Şimdi hediyeler arkada, bagajda. Ben inip bagajdan torbaları ve atletlerinizin olduğu çantaları alıcam. Sonra gelip kapınızı açıcam. Sakin bir şekilde, yola fırlamadan, delirmeden içeri giricez. Siz güvenlikten değil yandan geçeceksiniz; ben güvenlikten geçicem ama bu kadar çantayı, torbayı geçirmem zaman alacak. Ben güvenlikten çıkana kadar siz, alışveriş merkezinde yok olmıyacaksınız! Tam karşıma geçip beni bekleyeceksiniz!

Sessizlik…

Ben: Anlaştık mı beyler?

Sessizlik…

Ben: Çünkü, anlaşamadıysak böyle bekliycez arabada anlaşana kadar…

Üçü bir ağızdan: Aaan-laaaaş-tık meh-taaap teyyyy-zeeeeeee

Bagajdan torbaları aldım, arabanın kapısını açtım, bu arada kocam da arabadan indi; maazallah alışveriş merkezine girene kadar kaçırırlar beni falan… Çocukların kapısını açtım ve üçü birden “aaaaaaaaa, yaşaaassııııınnnnnnnnnn, paaarrrtiiiiiiiiii” diye bağırarak içeriye doğru koşmaya başladılar. Tam ben de arkalarından koşucam ki, kocam kolumdan tuttu ve şöyle dedi;

“Öpiyim”

Adamlar almış başını gidiyor ve benimkinin beni öpmesi lazım, 3 saat görüşemiycez, öpüşmeden ayrılamayız. Normal bir kadın için hoş bir “nüans” olabilecek hatta yapılmasa arıza verilebilecek bu kabil işler, beni çok sinirlendiriyor. Sinirleniyorum çünkü, biri benim ikisi emanet olmak üzere üç çocuk gözden kaybolurken  –yani hakikaten- öpüşmeyelim biz kardeşim ya, yapmayalım artık bunu.

Ben: Sarhan çocuklar gidiyor! (çocuklara doğru) Allooooo! Çabuk durun orda, hoooppp! (Sarhan’a) öp beni Sarhan, öp beni, öpüşelim biz muhakkak!

Sarhan: (tribal bir şekilde) Aman tamam.

Ben: (Çocuklara) Kimse kıpırdamasın! (Sarhan’a) Senin bu manasız romantizmin hasta ediyor beni! Hah! Küs şimdi bana bi de!

Sağ salim doğum günü alanına vardık. Arkadaşlarla bir araya geldik. Çok da eğlendik. Çıkmaya yakın, hazır buradayken alınması gereken ince çoraptı, rimeldi, kremdi gibi alınacakları halledeyim diye düşündüm ve Sarhan’ı arayıp, “5 dakika sonra seni arayıp Atahan’ı sana bırakıcam” dedim. O da bana, “Tamam bir kat alttayım” dedi. Diğer sıpalarını annelerine sağ salim teslim ettikten sonra, beni öpmeye doyamayan kocamı aradım ve bana söylediği üzere bir kat altta olmadığını öğrendim. Tamam,  sadece üç kat alttaydı ama benim tahammül sürem olan 3 dakikadan fazla beklemem gerekecekti.

Biliyorum, bazen çok çekilmez bir insan oluyorum.

Bora’nın babasıyla kahve almaya inen kocam, karşıdan gelirken birden fıttırıp;

Ben: Nerdesin sen?

Sarhan: Kahve almaya indik

Ben: Yemek katında kahve yok mu?

Sarhan: Aşağı indik ne var?

Ben: Ben sana 5 dakika sonra Atahan’ı sana bırakıcam demedim mi?

Sarhan: Tamam geldim işte bırak. Nereye gideceksin?

Ben: Bilmem belki kahve almaya giderim cehennemin dibine

Tekrar kendime geldiğimde, Bora’nın babasının dehşet içinde bana baktığını gördüm. Muhtemelen Seçil’le evli olduğu için ne kadar şanslı olduğunu düşünüyordu. Benimki ise bana karşı bağışıklık geliştirdiği için sadece, “Bu böyle işte abi” demekle yetindi sırıtarak. Böyle zamanlarda yaptığımız gibi öpüşmeden ve elleşmeden otoparka indik. Çok kızgın olduğum için almam gerekenleri almadım. Sonuçta iyi kötü insanlar beni tanıyor ve abuk sabuk dükkanlara girip milleti haşlarken, “Toplum tarafından gözlenmek” istemedim… Şaka yapıyorum…

Sonradan neden bu kadar kızdığımı düşündüm ve buldum. Bulunduğumuz yer çok sıcaktı ve benim aşırı sıcağa tahammülüm yok. Tırnaklarımdan bile ateş çıkıyor ve böyle zamanlarda hızlı öfkeleniyorum. Acil durumlarda ilk yapılacak iş öpüşmek değil bana göre ve bu kabil hareketler gereksiz yere bana kendimi, “Adam güzel bir şey yapıyor, kadın öküz anlamıyor” gibi hissettirdiği için kızıyorum. Güzel bir şey ama zamanı değil ve bunun farkında olan tek kişi ben olduğum için kendimi kötü hissetmek istemiyorum.

Ve herkes gibi, bazen ben de sol tarafımdan kalkabiliyorum…

Sadece, herkesten birazcık daha fazla pislik oluyorum böyle zamanlarda…

Herkese mutlu ve keyifli bir hafta diliyorum…