NE ACAYİP ŞEHİR

İstanbul ne acayip bir şehir oldu değil mi sevgili okur. Çok acayip. Hani genci de acayip, orta yaşlısı da acayip, yaşlısı da acayip… Yerlisi de acayip, göçmeni de acayip, turisti de şok muhtemelen. Böyle şey gibi bir şehir, salep ama üstüne pul biber serpmişsin gibi. Alakasız, tuhaf, aslında çok lezzetli olabilecekken içine edilmiş gibi. 

Tuhaf.

Ya da tuhaf olan benim. Yaşlandıkça pencereden hayatın akışını izleyen emekli onbaşı gibi oluyorum galiba. O yanlış park etti, bu araç buranın aracı değil, şu sokağın lambası sönmüş diye, görerek ve beğenmeyerek izliyorum.

Belki her şey olması gerektiği gibi oluyor. Serbest düşüş bu belki de. Hani relax. Gençlerin dediği gibi “sal”arak. 

“Sal anne sal”

Gençler öyle ya hani. 

-“Oğlum işte bıdı bıdı fıtı fıtı”  

-“Anne sal sal”

Hafta sonu Levent Yüksel izlemeye gittika. Şahane ortamdı. Söz verdikleri gibi kapıda HES kodu kontrolü yapan yetkililere teşekkürler. İki müzik dinleyip şarap içeceğiz diye Covid olmayalım yani değil mi? Bu uygulamayı yapmayı pek çok mekan bıraktı. Bu yaz hayli gezdik (aşı olduk ya şımardık tabii) bir çok mekan kapıdan “salıyor”du insanları. Ama artık kış, mekanlar kapalı, zahmet olacak ama kapıda HES kodu falan bakılsın ve hatta aşı olmayan alınmasın yahu. 

Neyse, güzelce ilk aşamayı geçip ikinci aşamaya geldik burada da bilet kontrol yapıldı, güzel.

 Ve çanta kontrolü? 

??

Çanta kontrol? Çünkü seksenlerde miyiz? Çanta kontrolü nedir yani mekana giderken içkimizi fındığımızı yanımızda mı götüreceğiz??

Sonra dedim ki ya olabilir, gençler falan de geliyor, öğrenci çocuklar falan. Girdik, yerimizi gösterdiler, menü geldi. Şöyle diyeyim en mütevazi yerli şarap şişesi 350’den başlıyor ki fiyatı 80 lira, biliyorum. Mekana giriş zaten biletli, yani ayak bastını ödüyorsun zaten, o zaman bu fiyatlar ne yani? Biz aynı mekana, aynı Levent Yüksel’i dinlemeye bu Covid mevzusundan önce de gitmiştik ve fiyatlar bunun yarısıydı sevgili okur.

Önemli değil, şahane bir akşamdı, müzik çok güzeldi, ortam temiz ve ferahtı, çok memnun kaldık. Yalnız şunu da gördük ki bu ülkenin gençlerinin gece bu şekil gezip tozabilmesi için ya ailelerinin  bu gençlere ciddi para yardımı yapması lazım ya bir şekilde daha öğrenciyken bile iyi para kazanacak bir şey yapıyor olmaları lazım. Çünkü hakikaten gencecik çocuklar bu paraları nasıl karşılayacaklar? Veya bunun sürdürülebilirliği nasıl mümkün? Altı ayda bir mi gezecekler? Havalar da soğudu, eh insanlar da sürekli kamp sandalyesiyle oturamaz ki arkadaş. Hiç mi bir mekana gidilmeyecek. Bu ülkenin gençleri adına üzülüyorum. Vallahi. Sürekli itilip kakılıyorlar, toplu taşımada oturmalarına dahi izin verilmiyor, istedikleri okullarda okuyamıyorlar, iş bulamıyorlar, atanamıyorlar, doğru düzgün para kazanamıyorlar,  70’den önce emekli olamıyorlar, bir ev bir araba almak zaten hayal oldu hepsi için hadi geçtim bir akşam çıkıp felekten bir gece çalmak isteseler deli bir para harcamaları lazım ve buna veya herhangi bir başka şeye itiraz ettikleri anda terörist ilan ediliyorlar. Hakikaten saçmalık. Bu ülkede genç olmak çok zor.

Bir diğer gözlemim ,insanların “salmışlığı”. Yahu insan dışarı çıkarken hiç mi üstüne başına özenmez.

Biz Beyoğlu’na inerken fötr şapkalı, şemsiyeli beyler, topuklu pabuçlu hanımlar….

Öyle gibi oldu değil mi? Annelerimiz babalarımız da bizim kotlarımıza, dövmelerimize hayret edip böyle mi çıkacaksın dışarı derdi. 

Şimdi biz, öyle oldu vallahi…

Ama bu haftanın köşe yazısını tamamlamak için bile olsa şu gözlemimi söylemek istedim, İstanbul’da insanlar üstüne başına çok dikkat etmiyor. Biz Ankara’da benim kuzenimin mekanlarına falan gidiyoruz, yav Ankara sosyetesi diye bişi var ve üzgünüm İstanbul sosyetesini döver. Arkadaş o adamlar tiril tiril o kadınlar tiril tiril. Saçlar, makyajlar, kıyafetler herkes “dışarıya çıktığının” farkında. 

Burada, dün akşam bile, önümde bir kadın vardı, temizlik kovasını küvete koymuş, ayakkabıyı ayağına takmış gelmiş. Saç “temizlik yaparken gözüme düşmesin, ensem terlemesin” topuzu, üstte ağzı burnu bir tarafa gitmiş enine çizgili bir tshirt. Yahu bu nedir? İnsan pazardan bir siyah askılı bluz alır onu giyer bari. Hani sinemaya veya dondurma almaya da gitmiyorsun ki eşofmanlarınla çıkasın. Günün herhangi bir saatinde bizim Bahçeşehir Migros’a gir bundan derli toplu giyinmiştir herkes kesin. 

Gençler böyle seviyor sanırım. 

Gerçi Ayşenil diyecek ki şimdi sen mi diyorsun bunu, Bodrum’daki tüm barları ayağında kırmızı Crocs üstünde hırkayla gezdin sen utanmadan. Doğru. Ve fakat benim özürüm vardı çok yorgundum. Günde 4 saat uyuyarak iki işte çalıştığım bir dönemdi. Hemen ardından Ayşenil ile dinlenmeye bir spa otele gitmiştik ve evet sadece lastik terlik giymeye enerjim kalmıştı.

Belki herkes çok yorgun. Ya da moralsiz. Bu daha büyük ihtimal sanki. İnsanlar İstanbul’da moralsiz. Bir yerden bir yere gitmek bi olay. Taksiler almıyor, toplu taşıma yetmiyor, yollar bitmek bilmiyor, trafik bir olay, yaşamak bir olay. Kimsenin hali yok kendiyle oynamaya belki de. Olabilir.

Her nereden bakarsanız bakın, çok sevdiğim, vazgeçilmezim İstanbul koca bir kara delik gibi insanlarını yutuyor.

Görelim bakalım ilerleyen günlerde olaylar nasıl gelişecek. 

Gelişecek mi ya da?

Gerilemeyi gelişme kabul edemiyoruz tabii o sebeple bu ülkenin insanlarını, doğasını, gençlerini, sokak hayvanlarını daha güzel günler mi bekliyor, ışık var mı yoksa böyle şişip şişip durduğumuz yerde infilak mı edeceğiz milletçe göreceğiz. 

İyi düşünelim iyi olsun sevgili okur. Bu enerji olayları ciddi valla. İyi kurup iyi enerji yayalım evrene ki bizi iyilikler bulsun. Kötü düşündüğümüz her şey bize geri dönüyor, ayaklarımıza dolanıyor kesin.

Moralimizi yüksek tutalım. Saçımızı başımızı tarayalım. Bir yere giderken bir aynaya bakıp öyle çıkalım. Kendimizi ve enerjimizi yukarda ve yüksek tutmaya çalışalım. 

Fiyatlar mı?

Ona bizlerin yapabileceği bir tek şey var. Oy verirken memnun olduğumuz ve olmadığımız şeyleri beynimizi kullanarak aklımızda tutmak. 

Burada kilit kelime beyin. 

Herkes balık yağını içsin o sebeple. 

Hafızayı güçlendirir.

Sağlıklı bir hafta dilerim.

XXX

Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 18 senedir “yapıcam”.

DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:

www.mehtaperel.com 

www.mehtaperel.wordpress.com

www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com

instagram.com/mehtaperel

twitter.com/mehtaperel

Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)