KİMİN HAYATI

Sevgili okur son hobim cilt bakımı. Kendimi cilt bakımına verdim. Ne derlerse alıp sürüyorum. Retinol diyorlar sürüyorum, Bakuchiol diyorlar sürüyorum, Hyaluronik asit, Salisilik asit, C vitamini, E vitamini Allah ne verdiyse sürüyorum. Kabul edelim sürdüğüm zaman ışıl ışıl bir cilt oluyor mu oluyor ama bir miktar da fısırdamaya, kabarmaya başladım, sanırım fazla geliyor. Neyse…

Bir reklam vardı, en değerli giysiniz cildiniz diye, doğruymuş, en iyi bakmamız gereken giysimiz cildimizmiş cidden çünkü değiştiremiyoruz. Bu ara sürekli Youtube’dan fenol ile cilt yakarak yenileme videoları izliyorum, yapacağımdan değil de ancak öyle bir şeyle cilt yeniliyor ve alttan ne çıkacağı da belli değil bu arada. 

Sanırım yapmaya cesaret edemeyeceğim tek şey bu fenol yakma olayı zaten. Korkunç bir işlem, yüzünüzü kimyasal bir şekilde yakıyorlar, cildiniz kabul gibi kalkıyor, alttan pembe cilt çıkıyor. Feci.

Bizim jenerasyon ne kadar cahil, ne kadar bilinçsizmiş. O kadar kakao yağlarıyla, zeytinyağlarıyla, sıfır korumayla güneşlendik. Solaryuma girdik, sigara içtik, yüzümüze krem sürmedik çünkü mat olmak modaydı, ne kadar matsa cildin o kadar iyiydi. Saçma sapan makyaj malzemeleri gözenekleri tıkayan pudralar kullandık. Bilinçsiz beslendik, kendimize bakmadık. Yine iyiyiz vallahi bu boyutta cahilliğe, iyi ölmedik ama genetik olarak şanslılarımız hariç ciltler fena. 

Tek çözüm gerdirmek o net. Yüzünü gerdiriyorsun ve olay bitiyor. Cilt kalitesi ve dudak çevresindeki kırışıklıklar kalıyor, uğraş dur onunla artık. Dudak çevresindeki o dikine çizgiler de yıllarca sigara içmekten. Karından yağ çekip onları ince ince dolduruyorlarmış, bilmiyorum cesaret edebilir miyim buna. Bu pillowface denen şişme suratlardan olmaktan korkuyorum.

Şimdiki aklım olsa cildime çok iyi bakardım. Sürekli güneş koruma kullanırdım, asla güneşlenmez, bronz olmaya çalışmazdım, şimdi sürdüğüm avuç avuç serumları, kremleri en baştan itibaren sürerdim ama heyhat… Gençken hep öyle kalacağını sanıyor insan. Bir gün yaşlanacağı hiç aklına gelmiyor.

***

Oğlumuzu soranlar ardından hemen ekliyor, “Ooo! Gelmez o artık!”. Çok zeki etrafımız. Çok gururlanıyoruz hepsiyle. Bunu bilmeme ihtimalimiz olabilir mi? Biz bu çocuğu ilkokuldan itibaren Fransız Kolejine sonrasında, her yaz yurt dışına yaz okuluna, üniversitede İtalya’ya gönderirken bir gün gelip Samandıra’da çalışsın diye mi planladık sanılıyormuş cidden? Oğlunuz ile ilgili en büyük hayaliniz nedir diye sorduklarında, Van’da mecburi hizmetteyken Acil’de dayak yesin istiyoruz diyorduk ondan sanırım…

Dönerse burası onun ülkesi döner, gelip, cayıp, dönüp tekrar geri gidebilir veya hiç dönmeyebilir, İtalya’da kalmaz muhtemelen, başka ülkeye gidecektir, ihtisas aşamasında birkaç ülke değiştirebilir. Onun kadar dil bilsem ve elimde de aslanlar gibi dünyanın her yerinde geçerli bir EU Tıp Fakültesi diploması olsa hem de devlet üniversitesinden, ben de oradan oraya gezer en rahat nerede yaşayacağıma karar verirsem oraya yerleşirdim. Niye daha azıyla yetinsin ki? Sebep? Kimi kurtaracak? Kendisinden başka kimseye bir sorumluluğu yok, biz dahil.

Biz karı-koca asla çocuğumuzun sırtına kambur olmadık. Ne onun hayatına kendimizi eklemledik, planlarının veya düzeninin bir parçası haline getirdik kendimizi ne de kararlarına karıştık. O en önce ve en çok kendini düşünmek zorunda. Bu yüzden bir kardeşi yok. Biz hep tek sorumluluğu kendisi olsun istedik. Bizden bir şey istediğinde arkasındayız, sonuna kadar ama bizim için bir şey yapması gerekmiyor. Kendi istediğini yaptığı müddetçe bizden daha mutlusu yok zaten. Nerede, ne şekilde ve nasıl mutlu olacaksa öyle yaşamalı. Tek işi bu. Mutlu olacak, sağlıklı olacak, kendine iyi bakacak. Anne baba olarak ondan başka hiçbir beklentimiz yok. Biz öte yandan annesi babası olarak onun tüm beklentilerini o daha aklına bile getirmeden ö1”n görüp halletmek durumundayız. Çünkü bu insanın hayata gelmesi bizim fikrimizdi. Onun bizden böyle bir talebi olmadı. Mademki dünyaya getirdik, yorulduğu yere han kuracağız. Bu yüzden bir tane çocuğumuz var. Dolayısıyla evet, “Oooo gelmez o” muhtemelen ve neden gelsin? Kalmasını istesek gidebilmesi için yollarını düzler miydik?

Çocuklarımızın bizden ayrı bireyler olduğuna, kendi hayatları, kararları, dünyaları olduğuna ve bu göbek bağlarımızın bir gün kopacağına ne kadar çabuk alışırsak o kadar az problem yaşanacağına inanıyorum. Ben evimdeki kediyi bile sahiplenemiyorum, kedi beni sahiplendi, koca adama ne kadar egemenlik kurabilirim. Niye kurayım daha önemlisi? Ne alaka? Ben oğlumu kendisiyle ilgili kararlar alırken bütün olasılıkları göz önüne alacak, A-B-C planları yapacak şekilde yetiştirdim. Hayata öyle hazırladım, takıldığı yerde de arkasından tutmak için buradayım. Daha ne? İster gelir alt katıma yerleşir ister Avustralya’ya gider kendi bileceği iş artık. 

Çok tavsiye ederim. Özgürlük! Sadece bizim için değil sevdiklerimiz için de.

Güzel bir hafta dilerim.

xxx

Not: Yazılarımla yeni tanışanlar için bu not (bu notu zaman zaman ekliyorum araya mecburen). Ben yazılarımı konuşma diliyle yazıyorum. Bu çok uzun yıllardır bu şekilde. Newsweek Türkiye’de köşe yazıyordum orada da böyleydi, Hürriyet’te yazıyordum orada da böyleydi, hep böyle oldu. Bu yeni bir durum değil siz benim yazılarımı yeni okumaya başladınız sadece. Bu sebeple “yapıcam değil yapacağım” diye bana düzeltme göndermekle uğraşmayınız, o benim için yaklaşık 20 senedir “yapıcam”.

DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:

www.mehtaperel.com  

www.mehtaperel.wordpress.com

www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com

www.instagram.com/mehtaperel

X.com (twitter)/mehtaperel

(Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç Mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)