TUTKU (kısa öykü)

 

 

GÜN1

 

“Delirmiş o” diyorlar, buraya kaçtığım günden beri anırmaları eksildi kulaklarımdan. Anlamadığı her şeye karşı çıkan bu fazladan doğmuş hayat çıkıntıları beni neyle yargılıyorlar. Delirmek şuurumun daha fazla açılmasıyken bence ve ben her geçen gün kendimi daha fazla tanırken burada, bu kimselerin olmadığı yerde onlar uzaktan uluyan köpekler gibi seslerini duymasamda kendilerini hatırlatıyorlar.

 

Delirmiş o diyorlar. Delirmedim.

 

Sadece ve hep reddettim sevdiklerini istemeyi, inandıklarına tapınmayı, bildiklerini kabul etmeyi, okuduklarına bakmayı hatta.

 

Delirmedim.

 

Benim kendi iç dünyamın renkli zenginlikleri ruhumu aydınlattı yandığı zaman oysa onlar kara bir bulut gördüler hep karşılarında. Yağ dediklerinde yağsın istediler.

 

Yapmadım.

 

Ve delirmedim de…

 

GÜN 2

 

Belkide dünya üzerinde kalmış tek dostum bu küçük kara örümcek ve ben burada, bu yalnızlığından doyan tok gözlü kulübede, kimsesizliğin göbeği dünyanın dışında, sonsuza dek kalabilir miyiz? O bir duvarda ben ise diğerinde, burada, böyle donabilir miyiz?

 

Bana bakıyor, küçük kara gözlerini üzerimde gezdirdiğini hissedebiliyorum. Korkuyor üstüne bassam ezer miyim diye. Halbuki niye? Ölmekten mi yoksa bilinmekten mi korkmalı canlı. Ben onu ezebileceğim için mi yoksa o duvarda durduğunu bildiğim için mi tehlikede?

 

Bana bakıyor, yoksa benim korku sandığım o kara gölge şehvet mi ne?

 

Gülüyor sanki, meydan okuyor bana, bana!

 

Bana meydan okuma sen zavallı böcek. Ben hiç ummadığın yerlerde en güzel her şeyi bırakıp gelecek kadar vazgeçtim kendimden. Senin dostluğundan vazgeçmek an meselesi benim için. Saçıma sakalıma bakıp beni olgun sanma. Olgunluk diye birşey yok çünkü. Olgunluk; senin o evlerinde gezdiğin zavallı kalabalıkların teslimiyetidir.

 

Bir vazgeçiş ve kabul ediştir olgunluk. Değiştirmeye çalışmadan, üzerinde oynamadan, korkarak, kahpece.

 

Ve hoşgörü derler ona.

 

Seni ve yanında gezdiğin hiç kimseyi hoş görmediğim için buradayım ben bugün. O yüzden gülme bana. Olgun değilim, seni her an ezebilirim…

GÜN 3

 

Bana birşeyler getirmek istedi örümcek, “yemelisin” diyor, “yıkanmalısın” diyor. Sanırım bazen sadece bir böcek olduğunu unutuyor. Sen beni boşver sevimli kara örümceğim, sen ağını ser usul usul ve sinsice bekle düşmanlarını. Oysa ben senin gibi miyim? Beklemek ruhumun en derinlerinde oyuklar açar benim. Kim beni bekletecek kadar değerli olabilir ki. Sen saatlerce ve belki günlerce avını kazanmak için sadece bir ince ipin üzerinde dururken tüm sessizliğinle…

 

Ben meydanlarda dövüşmeli, haketmeliyim. İpler benim ağırlığımı taşımaz, sessizlik bana yakışmaz. Öleceksem de savaş meydanlarında çarpışarak ölmeli, yok kalacaksam eğer sana, küçük kara örümceğime layık yaşamalıyım. Ben seni sevdiğim için sen varsın.

 

Ve ben çok önce senden başka birisince sevilmeyi ve yine de bir örümcek olmayı reddettim.

 

GÜN 4

 

Reddettiğim tüm yaşamlar, tüm gülüşler yapıştıysa üzerime, ben yalnız olduğumu düşündüğüm bu yerde sandığım kadar yalnız olabilir miyim?

 

Bana kendini bırakmış tüm endişe ve kederlerden soyunduysam bile, kendi sorgularımdan soyunamadıktan sonra gerçek anlamda yalnız kalabilir miyim?

 

Küs müsün?

 

Konuşmayacak mıyız?

 

Şu karanlık ruhumun derinliklerinde bir tek sana yer açmıştım ben oysa. Küçük beyaz pamuklardan yer yapmıştım ben sana, uyu dinlen, sev beni diye.

 

Küs müyüz?

 

Ben sana bu kadar sevgi dolu bakarken senin tüm gördüğün delirmiş bir adamın kaygılı bakışları mı yoksa? Seni de mi zehirlediler o kirli ağızlarıyla. Seni de mi inandırdılar adına gerçeklik dedikleri yalanlarına, korkularına. Onlar beni anlamıyorlar sen de onları mı seçtin anlamak için.

 

Konuşmayacak mıyız?

 

Bana “delirmiş” diyorlar.

 

Delirmedim.

 

İnanacak mısın?

 

GÜN 5

 

Tüm erzaklarımı tükettim, evden çıkacak halim yok, kendimi kemirmeyi düşünmekteyim, sen çıkıp bana birşeyler getirir misin güzel örümceğim. Ne olursa, taşıyabildiğin kadar. Bu elleri bu parmakları yersem ben eğer, ki suların en tuzlusunu, ekmeğin en kavruğunu yedi bu eller, kim yazacak adına güzellemeler.

 

Yazmazlar.

 

Sen çirkin kara bir örümceksin sonuçta. Seni kimse sevmez ve kimse anlamaz benden başka. Ben sana senin bana baktığın kadar bakabilirim, seni beni sevdiğin kadar sevebilirim. Yardımına ihtiyacım var diyorsam eğer, ya seni ya seni yazan beni yemekten korktuğumdan.

 

Ölmekten değil…

 

GÜN 6

 

Bir nankörlük var sende. Adından büyük anlamlar yüklediğim her şey gibi sende yavaşça kaybolmaktasın. Durduğun deliğe, o küçük dünyana bakıyorum da, gülmek istiyorum kurumuş dudaklarım yırtılıyor. Keskin bir demir tadı geliyor ağzıma.

 

Kan.

 

Nasıl da susadım.

 

Sen orada dur o zaman, hiç kıpırdama. Seninle baş başa ikimize ait bu yalnızlıkta günlerini geçiren adama bakma. Ne getirdiğin yemekte gözüm var artık, ne söylediklerini duyuyorum. Senden gizli derin derin yazıyorum, senden gizli sana seni anlatıyorum.

 

Aç değilim artık, boşuna taşıma bana…

 

Tek duyduğum kokun şimdi, tek istediğim sensin. Senden başka hiçbir canlıyı hissetmiyor artık bedenim, tüm duyularım seni algılıyor.

 

Kokunu içime çekiyorum, o küçüklükten böyle büyük bir çiçek bahçesi nasıl buğulanıyor?

 

Kokunu içime çekiyorum, sevginden gözlerim yanıyor.

 

Gerçek olamayacak kadar güzelsin artık.

 

Ve ben kendime duyduğum saygıyı yitirecek kadar çok seviyorum belki de seni. Ondan gözümü gözüne değdirmiyorum artık. Durduğun duvardan uzakları gölgeliyor yaşlı kirpiklerim.

 

Kokunu duyuyorum ama…

 

GÜN 7

 

Nereden çıktı bu itler. Bu aklı tüm dinginliğini yitirmiş, kendinden olmayan herşeyi cezalandırmak isteyen uyuz köpekler.

 

Anlamadığı her şeyden ne çok korkuyor insanoğlu. Evimin etrafını sarmış, sabah sabah uluyorlar. Dışarı çıkmamı istiyorlar. Ya aralarına karışıp onlar gibi olmalıyım yok olmayacaksam da yok olmalıyım.

 

“Delirmiş o” diyorlar.

 

Delirmedim.

 

Ya seni götürmek istiyorlar bu evden ya beni küçük örümcek. Birbirimizin hayatında daha fazla yer tutamayacağımıza karar vermiş köpekler. Gelmiş bir aslanın bahçesinde ıslıklar çalıyorlar.

 

Ya seni ya beni istiyorlar örümcek.

 

Korkma, ikimizi, de onlara vermeyeceğim. Seni göremeyecek kadar büyük duran bu itlerin salyalarında boğulmana izin veremem, sen korkma, ki onlar aslında, tüm o büyük gölgelerinin altında, senin ağına yapışmayı bekleyen küçük kara sinekler gibiler sen yaklaş bana.

 

Yaklaş bana.

 

GÜN 8

 

Kendimi korumalıyım. Bu sesler bu gürültüler beni çıldırtacak yakında. Ben zaten ve daha ilk günden tüm bu uğultulardan kaçmak için gelmiştim buraya. Kendi sorularım bile ağır geliyor, fazla geliyor bana.

 

Kulaklarım bu kıymetsiz insanların çığlıklarında yalanmak zorunda değil, istemiyorum.

 

Korkma, bu testere ne ağaçlar indirdi zamanında dalları göklere uzanan. Senin ufak kolların mı dayanacak bu ağıza. Korkma, sen daha anlamadan bitecek herşey, küçük küçük ayıracağım seni ki tüm dünya görsün ne kadar daha küçülebileceğini. Korkma, sen nesin ki zaten benim çektiğim tüm çilelerin yanında. Sadece karşı duvarda beni ve benden gelen ölümü bekleyen küçük örümcek. Korkma, kimse duymayacak, kimse bilmeyecek, her bir parçan rüzgarla bir başka dağın tepesinde bir başka kulübeye yerleşecek. Korkma, her bir parçan bir başka yalnıza dostluk edecek.

 

Sen düşün örümcek, seni ben mi, yoksa bana inanıp ardımdan buralara gelmen mi öldürmüş olacak.

 

***

Ne çok kan, bir ufak örümcek için ne çok sıvı. Sen ne zaman ihtiyaç duydun kendini bu kadar doldurmaya, şu küçücük vücudunda. Ben neredeydim sen bu kendince lazım ama bence aciz yaşam enerjisini doldururken damarlarına?

 

Ben neredeydim?

 

Al şu küçük parmaklarını, al şu başını, toparlan artık gidiyoruz.

 

Seni dışarda uluyan bu uyuz köpeklere gösterme zamanıdır şimdi. Seni tüm dünyaya gösterme zamanıdır.

 

Ne çok kan…

 

Bir gündür, tüm gündür dışarda boşa beklemediklerini bilsinler. Küçük kolların ne haşmetli, küçük yüzün ne çirkin görsünler.

 

“Yapmaz” demiş birtanesi benim için,

 

“yapabilirim”,

 

bilsinler…

 

GÜN 9

 

“Delirmiş o” diyorlar.

 

Delirmedim.

 

Ben, benden ayrı yaşayan her şeyden vazgeçtim sadece ve benden başka hiçkimseyi sevmedim. Kendi karanlığımda yaşarken usulca, onların gürültüleri uyandırdı beni karanlık uykumdan. Bir dev gibi gerinerek salındım üzerlerine, korkmadım ve korkmuyorum beni istemeyen bu gözlerden beni sevmediğini haykıran dudaklardan.

 

Bilmiyorum ve tanımıyorum kendimden yüce duyguları, kabul etmiyorum kendi yalnızlığımın dışındaki yaşanmışları.

 

“Katil o” diyorlar, değilim, Ben seni kesince yaşamın durdu mu sanki örümcek? Şu an, şu saniye aklımın içinde gezerken sen, küçük kıpırtıların gözümün önündeyken, dağ esintileri kokunu taşırken burnuma, ölmüş olabilir misin?

 

Ben seni, senin güzelliğini göremeyecek gözlerin bakmasından men ettim o kadar.

 

“Karısını kesmiş o” diyorlar.

 

Kesmedim.

 

Sen benim sayemde çoğaldın küçük kara sevgilim. Senin her bir parçanı başka bir dağın eteğine gömsünler ki evren sensiz kalmasın. Ben sensiz kalmayayım. Ne yanıma dönsem rüzgar taşısın seni bana. Sabah kollarının gömülü olduğu dağlardan gelen rüzgar uyandırsın beni.

 

Ve ben senin zümrüt şekilli göbek deliğinin yattığı yamaçtan gelen ılık meltemin esintisinde uyuyayım akşam.

 

“Delirmiş o” diyorlar.

 

Delirmedim.

 

Ben seni ve sadece seni ölesiye ve öldüresiye sevdim.

 

Anlamıyorlar…