Çok sevimli bir insan olmadığımı biliyorum ve bunu bana “Aaa Mehtap çok sevimlisin” deyin diye yazmıyorum. Sevimsiz ve antipatik bir kadınım ve bundan gurur duyuyorum. Ancak iş hayatında sevimsiz ve antipatik olmak pek de iyi olmuyor.
Antipatikseniz; ekip işi, takım ruhu gibi vaziyetlerde sınıfta kalıyorsunuz. Misal mi? Derhal!
Çok zaman oluyor, büyük bir firmada işe gireceğim. Öncesindeki dil sınavı gibi eften püften vaziyetleri geçtim ama İnsan Kaynakları bana psikolojik test uygulamaya karar verdi. Bakalım ekip çalışması için uygun muyum, değil miyim?
Çeşitli senaryolar veriyorlar ve problem çözmemi istiyorlar. Bir senaryoda hayali ekibimdeki herkesin karşı durduğu ama benim aklıma yatan bir iş söz konusuydu. İşe girmeye çalışıyorsun di mi? Bırak abuk sabuk espri yapmayı, “ Sunum yapıp o işin faydalarını tüm ekip arkadaşlarımla paylaşırım” falan diye gir olaya.
Yok, espri yapmam lazım, b*k var! “Yerim öyle ekibi, hepsini kovar, ucuza, kendi kafamda, yeni adamlar alırım ehehi ” deyip kahkahalarla güldüm. İşi alamadım tabi…
Ani konuşmam, ani karar almam, ani hareket etmem sadece beni değil, benden sorumlu müdür ve yöneticileri de çok zor duruma düşürüyor. Ve bu da beni sevimsiz yapıyor. Misal mi?
Pınar (Reyhan) yanında Ediz’le odama geliyor. Ediz’in elinde kocaman bir paket. Zannediyorum ki, üstün başarılarımdan dolayı boyum kadar bir plaketle taçlandırılacağım (Böyle bir manasız özgüven yani).
Gülümseyerek Pınar’a bakıyorum. Ediz paketten kocaman bir ayna çıkarıp yanımdaki duvara çakıyor. Pınar, siyah gazlı kalemle aynanın üzerine şöyle yazıyor:
“Mehtap! Bir telefon açmadan, mail yazmadan, harekete geçmeden önce DUR! Sakin ol! Düşün! “Bunu yapmalı mıyım?” diye kendine sor! Gel benimle konuş! Öyle harekete geç! PINAR…”
Bu acayip huylarım yüzünden özellikle bizim ekibin erkekleri tarafından çok sevilmediğimi biliyorum. Daha doğrusu sadece Ümit sevmiyor sanıyordum ama Ediz’in askere gidişi için toplantı odasında düzenlediğimiz pasta yeme töreninde, Pınar (Eslek) bizim görsel yönetmenimiz Beyazıt Abi’nin bana bakışını bir fotoğrafta yakalamış. O bakışı görünce şunu anladım: Sadece Ümit değil, Beyazıt Abi de benden hiç haz etmiyor…
Tabi şu da var. Ben sandığım kadar uyanık olsam, Beyazıt Abi’nin bilgisayar ekranında bir şey göstermek için elimi uzattığımda, çaaat diye kalemle elime vurup “Elleme ekranımı” dediğinde ya da derginin kapağı üzerinde çalışırken “Acaba şurası daha mı yeşil olsa?” diye sorduğum zaman, beni “Sana göre renk üretmiyor matbaalar” diye terslediğinde olaya uyanmam gerekirdi.
Ama hayır! Benim Beyazıt Abi’nin bana olan “hislerini” anlamam için, Pınar Eslek’in cep telefonuyla yakaladığı o kareyi görmem gerekti…
Pastaları yemişiz. Ediz’e “En büyük asker bizim asker” demişiz. Kadın dergisinde çalışan bir adamın askerde yaşayabileceği sıkıntılar üzerine çeşitlemeler yapıp Ediz’le dalgamızı geçmişiz….
Birden mevzu nasıl olduysa kuşlara geldi. Ben de komik bir anımı “Ekip arkadaşlarımla” paylaşayım dedim. Hem kahkahalarla gülüyorum, gülmekten gözlerimden yaşlar geliyor, hem anlatıyorum:
“Havuzdan çıktık Atahan’la kulübün içine doğru yürüyoruz. İçeri girmeden önce camdan bir kafe var, duvarları falan cam…. Tepemizden hızla bir kuş uçtu böyle bir havalar, bir tavır….. Sanki tek uçan kuş o, öbürleri koşarak ona yetişmeye çalışıyor…. Manasız bir artislik…. Bu salak gitti kafenin camına çarpıp önümüze düştü….
Sessizlik…
Ehehehehi, Atahan avaz avaz bağırıyor “Anne kuş düştü” diye ehehe…. Ben ne yapacağımı şaşırdım…. Bir yandan söyleniyorum kuşa “Hava yapacağına önüne baksana kuş beyinli” diye ehehehe… Bir yandan neresinden tutsam diyorum…. Atahan sinirleniyor ben gülüyorum diye ehehehi…
Sessizlik…
Neyse azıcık salaklamış, bişi olmamış, kalktı kendi kendine uçtu gitti ehehi….
Gülmem bitip kendime geldiğimde şimdiye kadar duydukları en korkunç şeyi anlatmışım gibi sessiz kalmış “Ekip arkadaşlarımı” fark ettim. Ve Pınar birazdan aşağıda göreceğiniz fotoğrafı gösterdi cep telefonundan. Sonra –sözleşmiş gibi- hep birlikte toplantı odasından çıkıp beni yalnız bırakarak dışladılar.
Şimdi önce şunları açıklayalım;
Bir: Benim köpeğim vardı, 16 yaşında vefat etti, adı Bugsy’ydi. Sonra kedi bakmaya başladım, adını da KEDİ koydum, kaçtı. Yani ben hayvan severim.
İki: İnsan ya da hayvan fark etmez, bir şey komikse komiktir.
Üç: Sana göre komik olmayabilir ama bana göre çok komik olabilir.
Dört: Velev ki psikopatım, beni dışlayarak topluma kazandırmak ne kadar mümkün olabilir?
Beş: Kim ne derse desin, tek numarası uçması olan, sırf uçabiliyor diye genel ihtiyaçlarını karşılamak için yere inmeye tenezzül etmeyip “Yürüyorsun ha! Bak ben uçuyorum! Seni zavallı köpek!” deyip kafanıza s…çan bir hayvanın lak diye önünüze düşmesi komiktir.
Öyle “Aaa piyango bileti alalım” falan züğürt avuntusu, ne piyangosu! Herif uçuyor diye kafana etmekte mahzur görmüyor, sen de salak gibi bunu nimet kabul edip, kafanda b*k , sevindirik bir şekilde en yakın piyango satıcısına koşuyorsun! Deli misin? Deli misin!
Sonra bir gün, bu düdük makarnalarından biri kafanın üstünde “ Yürüyor musun hah ha, bak ben uçuyorum” tadında salto yapmaya çalışırken önündeki cama gagayla girince ben gülerim kardeşim.
Ben çok sevimli, sempati böceği, şeker mi şeker bir kadın değilim. Ekip çalışması, takım ruhu gibi durumlarda antipatik bulunduğum için yaya kalabilirim.
İş hayatında bu tip şeyler önemli olduğu için sıkıntı da çekebilirim. Herkesin sarmaş dolaş fotoğrafları varken benim böyle fotoğraflarım da olabilir.
Ama en azından kafasındaki b**ta keramet aramayacak kadar gerçekçi bir elemanım ve bu özelliğim beni -en azından- eğlenceli bir mesai arkadaşı yapıyor diye düşünüyorum.
Elbette yanılıyor olabilirim.