İnsanlar seni ne kadar yanıltıyor sevgili okur? Olacakları ne kadar öngörebiliyorsun? Yaşlarımız yakınsa bu işlerde tecrübe edindiğinden, insanların durumlar karşısında ne kadar çirkinleşeceğini hayli başarılı şekilde öngörebiliyor olmalısın. Ha, öngördüğün halde yaşadığın çiğliğe -yine de- şaşırıyor olabilirsin (ben öyle oluyorum).
“Ya ben bu adamın bunu yapacağını tahmin ediyordum ama… Yani, yaptı da hakikaten karaktersiz” diyorum.
Çünkü sevgili okur, o karaktersizliği öngörsem, “bak bunlar şimdi böyle yapacak kesin” desem dahi… Ben yanılmış olmayı dileyenlerdenim bu durumlarda. Umarım yanılırım, umarım mahcup ederler beni derim. Bunu isterim… Genelde de yanıltmazlar.
Annem mesela, yanılmaktan öyle nefret eder, yanlış yapmış olmaya öyle tahammül edemez ki, hani böyle sihirli biri dese ki ona, “bak sen bunu tahmin ettin ama şimdi bir sihir yapabilirim ve sen yanılmış olursun ve o insan o çiğliği yapmaz. Sen karar ver. ” Tahmin ediyorum annem -çünkü o burnu düşse almaz- ben yanılacağıma o çiğlik yaşansın der. Ben tam tersi…
Buna rağmen öyle az yanılıyorum ki…
Bu çok rahatsız edici bir durum aslında. Sanki karşındaki insanın aklından gerçekten geçenleri okuyabilirmişsin, o arka planda çalışan işlemciyi görebiliyormuşsun gibi.
Feci bir şey.
Zannediyorum insanlardan soğumamın ve vazgeçmemin en büyük sebeplerden biri de bu öngörüleri şak diye tutturabiliyor olmamdan ötürü.
Geçen Sarhan’a dedim ki “bak göreceksin, böyle böyle olacak”. Sadece bir duruma -minicik bir belirtiye, o kişilerin bende bıraktığı izlenime- bakarak. Tek argümanım “bu onların yapacağı bir davranış olur” olabildi.
“Göreceksin bak, böyle olacak, böyle yapacaklar. Onlar öyle bunlar da böyle yapacak ve şöyle bişi görücez biz. ”
Sarhan, her zamanki iyi niyetiyle “yok yahu, ciddi misin, sanmam” dedi.
Duruyoruz şu an. Bekliyoruz. Bence tam da benim dediğim gibi olacak. Ben size sonucu yazarım unutmazsam. Ve umarım yanılırım da “sevgili okur ben yanıldım” yazarım… Hiç sanmıyorum ama…
Kaç yaşında olurlarsa olsunlar ne yazık ki insanlar hakkında nadiren yanılıyorum. Daha önce de yazmıştım, tekrar edeyim, “bu çok iyi insana benziyor” deyip çok büyük kötülük görmüşlüğüm olmuştur. Ama ne yazık ki, çok yazık ki, birileri için “karaktersiz, kişiliksiz, omurgasız, yalancı, kıskanç, fesat, dedikoducu, kötü” dediğimde hep haklı çıkıyorum. Hep ama hep.
Zannediyorum bu durumun sebebi benim “olağanüstü süper yeteneklerimden” ziyade, kötü insanların kendilerini herkesten daha zeki sanmaları. Herkesi aptal zannettikleri için çok transparanlar. Anlaşılmayacağını, tahmin edilemeyeceğini, öngörülemeyeceklerini zannediyorlar ve bu sayede karşınızdaki kişileri kitap gibi okuyorsunuz. Detaylara dikkat eden biriyseniz tabi…
Ne yazık ki (evet ne yazık ki) ben insanlarla ilişkilerimde o detaylara çok bakarım. O detaylar yüzünden alır kalbime sokarım. O detaylar yüzünden arkadaşlık ederim. Aynı detaylar yüzünden mesafe koyar veya arkamı dönerim. Çünkü o detaylar, ah o detaylar, birilerine bir şeyler söyler bana şakır. Birilerine fısıldar bana bağırır. Birilerine ima eder benim gözüme sokar.
O detaylar var ya o detaylar, karşımdaki sadece bir cümle kurduğunu düşünür ama bana tüm öyküyü anlatır.
Sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi “sen anlıyorum dediğinde alt metinde verdiğin o ‘notunu verdim’ duygusu öyle bariz ki. Anlamak dediğin etiketlemek senin dünyanda. Çok hızlı etiketliyorsun ve ondan antipatik buluyorlar seni. ”… Doğrudur.
Yanlış mala yanlış etiket yapıştırdığım da nadirdir.
Zannediyorum Sarhan’ı benden daha iyi ve tatlı ve şahane bulma sebepleri biraz bundandır. (Biraz bundan, biraz da Sarhan’ın mütevazi bir insan olmasından. Sarhan tevazu gösterir ben göstermem ve insanlar bunu sevmezler. Onun yanında rahat eder benim yanımda rahat edemezler… Özgüvenleri yoksa tabii)
Peki bu yaşanacak basitliklerin sürekli ilk gösteriminde olmak çok dert mi? Aslında değil.
Her zaman itiraf ediyorum. Ben insanlardan vazgeçeli çok oldu. “İnsan olayı” benim iş için veya çocuk için idare ettiğim bir “durum” benim hayatımda. Kalbime yakın tuttuğum insan sayısı zaten belli. Onlar da yanıltmadı şimdiye kadar şükürler olsun ki…
Hayat, ne yapacağını hep bildiğimiz renksiz ve hiç bir şaşırtıcılığı olmayan organizmaların gelip gelip duvarlarımıza çarpmasını izlemek gibi. Sonunu bildiğimiz sıkıcı “ilişkiler” yumağı, sıkıcı ve düşük bütçeli bir film izlemek zorunda kalmak gibi.
Bu insanlara bakıp “hı hı evet” deyip geçiyoruz.
“Hıhı evet”
“Hıhı şahane evet”
“Hıhı ne hoş evet”
Hiç kendimize değdirmeye gerek yok. Uzakta, dinlermiş gibi kafa sallayarak, ötede durduruyoruz.
Biz kendi kapalı, renkli, önceliklerimizi kaliteli ve doğru şekilde belirlediğimiz kendimize özel dünyamızda, içeri aldığımız sınırlı sayıda insanla keyfimize bakacağız sevgili okur. Şüphesiz ki onların önemsediklerini önemsemeyecek, onlarla aynı tasaları taşımayacak, aynı şeyleri dert etmeyeceğiz. Şüphesiz ki bizim durduğumuz yer başka olacak.
Biz iyi insanlarız. Kendimiz gibi davranacağız, bozulmayacağız.
Marifet her şey yolundayken doğruyu seçmekte değil, tüm bu pisliğin içinde dahi iyi kalmayı başarmakta.
Biz iyi kaldığımız sürece iyilik kazanacak.
İyi haftalar dilerim.