ÇOK ANLATIYORUZ ÇOK

Sevgili okur, gel seninle bu hafta bu sürekli anlatma, izah etme, söyleme, bahsetme halinden konuşalım. Çağımızın yeni hastalığı bu çünkü. Susamaz içimize atamaz olduk.

 

Ve düşün bunu ben söylüyorum (gevezeyim evet), düşün ortam ne halde artık.

 

Kelimeleri,sözcükleri bol bol, yerli yersiz, çoğu zaman hoyratça kullanıyoruz. Her şeyi de izahlamaya -ne bileyim- izmir köfte gibi tariflemeye gerek var mı? Bazen *bazen* sadece susarak ve hissederek de durumların varlığını idrak edebiliriz. Çok konuşuyoruz, çok söylüyoruz, çok yazıyoruz… Her şey çok fazla… Susmayı unutuyoruz. Susmakta ne çok söz saklı aslında. Nasıl derin. Susamıyor muyuz?

 

Susamıyoruz…

 

Yabancıların “attention whore” dediği bir kavram var, Türkçeleştirmeye çalışınca biraz ayıp oluyor, tam karşılığı “dikkat çekme o*pusu” gibi bir şey ve elbette kastedilen para karşılığı seks işçiliği yapmak değil. Yani sürekli olarak dikkatleri üstüne toplamak üzere hareket eden bu uğurda çoğu zaman saçmalayan ama bundan “ilgi çekmekten” vazgeçemeyen kimse…

 

Sanırım bir miktar bu tarz kimseler, bir miktar da kendi kendine, kendi içine döndüğü anda gördüğü şeyden hoşlanmadığı için sürekli dışa dönen kimseler yüzünden…. Etrafımız geveze insanlarla çevrildi.

 

Ve bu sadece sözel bir gevezelik değil ne yazık ki…

 

Yazılı ve sözel gevezelik!

 

Yazılı ve sözlü (Allahım Yarabbim) anlatıyor da anlatıyor, bir daha anlatıyor, yine anlatıyor artık donuna kadar döküyor ne varsa yetmiyor. Ardı ardına yerli yersiz, gerekli gereksiz kelimeleri sıralıyor, söylüyor, izah ediyor, tarif ediyor ama bitmiyor, bitiremiyor.

 

Ben oturuyorum mesela, sessiz bir şekilde saatlerce oturuyorum, yeni olayım bu. Hiç konuşmadan, yorum yapmadan, etrafımla hiç ilgilenmeden saatlerce susabiliyorum ve büyük bir huzur buluyorum bunda. Kendimle konuşmak, gördüğümü sadece hissetmek, birilerine anlatmaya çalışmamak, o yaşadığımı sadece kendimle paylaşmak benim için büyük mutluluk.

 

Bir film izliyorum, o filme dair her şey benim kafamın içinde. Bir kitap okuyorum hissiyatım bende. Misal çok uzun zamandır sağlıklı beslenip yaşıyorum, hazırladığım pek çok menü, sütümü getirttiğim çiftlik, kaymak yapma yöntemim, yaptığım pek çok şey bende….

 

Bunun şöyle bir dezavantajı var tabi… Sürekli neler yaptığından bahsetmediğin anda birileri senin son üç yıldır falan yaptığın bir şeyi gelip sana anlatmaya tarif etmeye başlıyor. Sen zaten o üniteyi çoktan geçmişsin ama bunu anlatmamışsın ya… S*çtın! Sana artık böyle uzman havalarda tarif tarif… Öfff… Biliyorum ben zaten uzun zamandır kullanıyorum onu diyosun ama hala fren yok, anlatıyor anlatıyor…

 

Bir düşün, kendinden, yaşadığın hayattan, durumundan, kendi iç yolculuğundan mutluysan eğer sessizlik, izahsızlık, açıklamasızlık çok güzel bir şey.

 

Ben mutluyum. Hayatımdan, yaşadıklarımdan, olduğum yerden, durduğum noktadan mutluyum. Dolayısıyla kendime dönmek, kendimle zaman geçirmek, duygularımı kendimle paylaşmak benim için büyük mutluluk. Aklımdan geçen her şeyin herkes tarafından 7/24 bilinmiyor olması çok güzel. Sadece yazar olduğum için yazı yazıyor olmam büyük rahatlık.

 

Hayatı sürekli, durmaksızın anlatarak ve tarif ederek ve paylaşarak ve söyleyerek yaşamayabilirseniz eğer, çok daha az yorulacaksınız.

 

Çok yoruyorsunuz kendinizi tüm o ardı ardına dizdiğiniz cümleleriniz, açıklamalarınız, tanımlamalarınızla.

 

İşin fenası inandırıcılığı da yok ve sandığınız kadar olağanüstü bir şey zaten yok.

 

Çok fazla kelime, çok fazla kalabalık, çok ses, çok gürültü, çok yazı…

 

Çok fazlasınız, çok kocaman kocaman geliyorsunuz hayata, gerek var mı bu kadarına?

 

İçinde tutmanın, içine atmanın, içinde yaşamanın bir asaleti var. Bir mağrurluk var.

 

Ben insanoğlunun geldiği noktadan memnun değilim sevgili okur.

 

Açıkcası yaratıcının “cık, bu olmadı, bidaha deneyelim” demesini bekliyor/umuyorum.

 

Mümkünse de bizle değil, başka bir takım canlılarla.

 

Çünkü insan çok avam…

 

Kelimelerinizi ucuzluktan almış gibi har vurup harman savurmadığınız, minik minik, tane tane, özenle kullandığınız zamanlar dilerim.