CANLIYA ŞİDDET (ve sıla’nın başına gelenler)

Bir haftadır Sıla’nın başına gelenlerin öyle çok üzerinde tepinildi ki, benim yazı günüm gelene kadar konu ciklet oldu. Oysaki kadına şiddet magazinleşemeyecek kadar ciddi bir meseledir. Ne kadar “çiğnenmiş” olursa da olsun, kadına şiddet söz konusuysa elbet benim de bir kelam etmem gerekir.

Bir kadının daha şiddet mağduru olmasına şüphesiz ki çok üzülmekle birlikte bunun Sıla Gençoğlu’nun başına gelmesinin ve tüm gündüz kuşağı magazinlerinde görülmesinin bir tek olumlu geri dönüşü var diyebiliriz. Şimdi artık diğer kadın, hani ünlü olmayan, güçlü olmayan, parası olmayan, arkasında şarkıcı/sanatçı dostları olmayan… O kadın Sıla sayesinde susmaması gerektiğini, konuşmanın ayıp olmadığını öğrendi. Sıla bu konuda çok doğru bir örnek oldu. Sinmedi, polise gitti, şikayetçi oldu. Bedenine onun izin vermediği şekilde dokunulmasına tahammül göstermek ya da idare etmek zorunda olmadığını diğer kadına gösterdi. Yıllardır öğrenilmiş kırılan kolu saklamaya çalışmanın yanlış olduğunu, biri kolunu kırarsa o kişiden şikayetçi olmak gerektiğini kendisinden yola çıkarak tüm Türkiyeli kadınlara söylemiş oldu. Sağ olsun, var olsun ve yine çok geçmiş olsun. Dediğim gibi, keşke bunları yaşamasaydı, hiçbir kadın yaşamasa keşke… Ama en azından bildiğimiz bir kadının başına gelmesi ve bu kadının duruşu belki bu toplumsal meselenin bir miktar da olsa iyileştirilmesine vesile olur diye umuyoruz hep beraber. Bu felaketten çıkarabileceğimiz tek olumlu ders bu olacaktır.

Sıla’nın yaşadıklarının ardından gelişen olaylara baktığımızda gördük ki kendisine en çok sahip çıkanlar da ilk tekmeyi atanlar da yine kadınlar. Evdeki kadın da gördü ki Sıla bile olsan yine sana “hak etmesen olmazdı” veya “sus ses çıkarma” diyen yine bir başka kadın oluyor. Sıla bile olsan –hem de meslektaş- bir kadın gelip “amma tantana yaptın” diyebiliyor. Hani o evinde annesinden, komşularından, eltisinden, görümcesinden, toplum baskısından çekinip susan kadın var ya, gördü ki toplum baskısı toplumun neresinde durursan dur var. Sahnede ışıkların altında şarkı söylesen de overlok makinesinin başını beklesen de bir başka kadın sana “şiişştt sus bakim sen, evin içinde yaşanan dört duvar arasında kalır!”diyebiliyor. O zaman tam da şimdi şunu demeliyiz, başka bir kadının ne dediği, dediklerinin sana faydası varsa anlamlı. Saçma sapan konuşuyorsa onu dinlemeyeceksin. Ve hiç kimseyi sadece hemcinsin diye koşulsuz dost bilmeyeceksin. Her adam nasıl dayakçı bir ruh hastası değilse her kadın da dostun değil, böyle aklında tutacaksın.

Yine bu hafta sıklıkla duyduğumuz diğer konu “masumiyet karinesi” meselesi. Yani suç kesinleşmediyse suçsuzluk hali…  Burada tartışmalar “kadının beyanının esas olması” meselesine geldi ve oradan maluma bağlandı; “Kadının beyanı esas ise Kabataş iftirası gibi konular ne olacak”

Bunlar böyle sosyal medya üzerinden ileri geri geviş getirirken, köşe yazarken çok oyuncaklı konular tabii. Aylarca yazılır, yazarız ama…

Ama…

Aslında çoğunlukla mevzu gayet basittir.

Mesela Kabataş konusunda olduğu gibi mobese kameralarında sıfır görüntü ise, tam o sokakta o kameranın önünde olduğu iddia edilen olayda, o günkü kamera görüntülerinde hiçbir şey yoksa bu bir göstergedir. Delil dediğimiz şeyler burada devreye girer. Dayak yediğini söyleyen bir kadının adli tıp raporunda darp diyorsa, idrarında kan var diyorsa bu bir şeydir. Söylenen şeyin akla mantığa uygunluğu, söylenen kişinin akıl-mantık durumu, sorgulayan görevlilerin tecrübeleri, adli tıp raporları, güvenlik kameralarının kayıtları, mobeseler, psikiyatri raporları, parmak izleri, önceki ilişkilerin neticeleri mesela, mesela diğer tanıkların dinlenmesi…

Hukuk tam da bunun için lazımdır ve çok önemlidir. Tam her şey karma karışık ve çözülemeyecekmiş gibi görünürken hukuk sizi o kargaşadan çıkarır. Hukuk herkese, hepimize gerekir o yüzden evrensel hukuk kurallarıyla oynamak, o günkü ihtiyaç veya önem meselelerimize göre hukuk kurallarını esnetmek/değiştirmek istemek falan çok tehlikeli işlerdir.

Şiddet dünyanın her yerinde var. Kadına şiddet, çocuğa şiddet, hayvana şiddet, doğaya şiddet… Anaokulunda çocuk döven kadın da görüyoruz, sokaktaki köpeği sopayla döven çocuk da görüyoruz, kadını döven adam da görüyoruz, kadın erkek kol kola girip beraber hekim dövüyorlar, onu da görüyoruz…

Duygularını konuşarak aktarmayı öğrenemeyen, gelişememiş, problemli insanlar etraflarındaki her canlıya zarar veriyorlar. İnsan öfke duyabilir, bundan daha doğal ne olabilir zaten ama öfkeyi kontrol etmeyi bilmek gerekir.

İnsan öfkesini kontrol etmesini başaramıyorsa o zaman bu konuda yardım istemeyi bilmelidir.

Ama kadın, erkek, çocuk fark etmez hiç kimsenin başka bir canlıya zarar vermeye hakkı yok. Zarar görenin de bunu susup saklama mecburiyeti yok. Zararı gören insansa hakkını arayacak, hayvansa mesela o hakkı biz arayacağız o zaman…

Kol kırılıyorsa hiçbir şey içerde falan kalmayacak. Konu hukuka ulaşacak! Biz de hakkını aramaya çalışan insanları tenkit etmeyeceğiz, aksine destek olacağız. Çünkü düzgün insan olmak böyle de bir şeydir.

Olaylara ve insanlara dair yorum yaparken de merhamet ve vicdanımızı terk etmemek de çok mühimdir.

Herkese sağlıklı ve mutlu bir hafta dilerim.

DÜZENLİ OLARAK KÖŞE YAZILARIMI TAKİP EDEBİLMEK VE YAZI ARŞİVİM İÇİN:

www.mehtaperel.com 

www.mehtaperel.wordpress.com

www.mehtaperelarsivyazilari.wordpress.com

Bu adreslere de eliniz alışsın, favorilerinize kaydedin hatta, siteler çöküyor, server’lar kapanıyor, yazılımlara bug giriyor, sonuçta internette yazdığımızdan adresler kapanabiliyor. Sonra aramayın nerde bu kadın diye, ben her pazartesi üstteki üç mehtap’lı adreste yazılarımı güncelliyorum)