BİR KÖPEK ÖYKÜSÜ

Yıllar yıllar evvel, ben hayli genç bir kızken dayımın bir köpek alması benim hayvanlarla olan ilişkimi değiştirdi. Bugsy’den sonra ben hayvanlardan korkmayan, karşıdan gelen kedi köpek görünce kaldırım değiştirmeyen, sokak hayvanlarına yardım etmeye çalışan bir hayvan sever olduğumu öğrendim, fark ettim. Bugsy, Spaniel Springer cinsi, orta boy bir av köpeği olup hayatta rastlayabileceğiniz en dünya şekeri canlılardan biriydi. Asla agresifliği olmayan, yapacağı en çılgınca şey aldığı kokunun peşine takılıp mahalle mahalle gezmek olacak, insan sever, çocuk sever, dost canlısı bir köpekti. Orta boy bir “ölçekte” olduğundan da kucaklamak, kaldırmak, veterinerde veya gezerken, diğer köpeklerle bir araya geldiğinde zapt etmek, kontrol etmek göreceli olarak daha kolaydı. Bugsy sayesinde ben kavga eden iki köpeğin arasına girmeyi, bir köpek diğer köpeğin poposunu koklamaya başladığında buradan arıza çıkabileceğini, kısırlaştırma ameliyatı sonrası yaşananları, taş yutmanın bağırsakları tıkayabildiğini, köpek ameliyatını, yoğun bakımını, bağırsak ameliyatı geçiren köpeklerin tosuruğunun kaç tornedo gücünde olduğunu… Kısaca, köpekle haşır neşir insanların bildiği her şeyi öğrendim.

Hayli afacan bir köpek düşünün. Yanınıza koşarak geliyor ağız burun bir tuhaf, bi bakıyorsunuz kağıt tutkalı yemiş. İlk işiniz boğazından aşağı –evet neredeyse elinizi boğazına kadar sokarak- yoğurt doldurmak (çünkü refleks olarak zehirlenmesine mani olmak istiyorsunuz). Sonra kaptığınız gibi hayvan hastanesinin acil servisine gidiyorsunuz. Bu acil serviste herkes artık sizi tanıyor. Hala var mı bilmiyorum ama Levent’te üç katlı bir hayvan hastanesi vardı o zamanlar ve hastaneden plaket veriliyor olsa Bugsy başına gelenlerle alırdı… Dediğim gibi, Bugsy sayesinde köpeklere dair ciddi bilgi ve alışkanlık geliştirmiştim.

Aradan yıllar geçmiş, ben evlenmiş, başka bir ülkeye gitmiş, dönmüş, çalışmaya başlamış, hamile kalmış, çocuğu anaokulu yaşlarına yanaşmaya başlamış orta yaşlı bir insan olmuştum. Bugsy’i yaşlılıktan kaybetmiştik ve benim –o sorumluluğa cesaret edemediğim için- hiç köpeğim olmamıştı. Sadece sokak hayvanlarıyla ilgileniyor, yaşadığımız yerdeki hayvan barınağına yardıma gidiyordum. Yine yaşadığımız yerdeki yerel bir dergiye de köşe yazılarımla katkıda bulunuyordum. Bu derginin sahibi(adına Zeynep diyelim) de kadın ve anne olduğundan ortak noktalarımız olabiliyor, arada işlerden zaman bulursak laflıyorduk.

İşten erken döndüğüm bir gün kendisini arayıp uğrayabileceğimi söyledim.

Zeynep: Gel gel, çok acayip bir şey oldu

Ben: Ne? Dedikodu mu var? Çatlarım!

Zeynep: Yok yok! Kafayı yiyeceksin gel

Ben: Ne ya söyle

Zeynep: Köpek var köpek!

Ben: Ciddi misin!?!

Zeynep: Valla! Korkar mısın?

Ben: Yok ya deli misin? Bayılırım bile, yerim bile

Zeynep: ahahahaa gel gel sen gel

Derginin ofis binası bir villaydı. Bahçeden girip ön kapının zilini çalmamla içerden gök gürültüsü gibi bir havlama sesi geldi.

Sesi dinledim… Evet köpek sesiydi ama… Nasıl desem kuvvetli bir sesti. Köpek sahipleri bilirler köpeklerin havlama sesinden ölçülerini, büyüklüklerini kestirmek bir miktar mümkündür. İçerdeki Bugsy’den bir tık büyük bir köpek olmalıydı çünkü ses kuvvetli geliyordu.

Zeynep: Kim o!?

Ben: Benim?

Zeynep: Hazır mısın?

Ben: ??? Neye???

Zeynep kapıyı açtı. Önce bir sessizlik oldu. Ben içeri bir adım attım ve…

Hayatımda gördüğüm göreceğim en iri Alman Kurdu ön patileriyle (“pati” dedim ama düşünün nasıl bir şeyden bahsediyorum) benim göğsüme vurup beni geri doğru sendeletti. Bu sendelememden faydalanıp beni bir kez daha itip düşürdü ve ben sırt üstü yatınca ön ayaklarını göğsüme koyarak üstüme kısmen oturdu.

Ve beklemeye başladı.

Şükür ben bayılmamışım o an çünkü ayılıp kolum bacağım koptu mu yoksa yerinde mi onun paniğini yaşamadım. Sadece o esnada beni parçalamadığının, sakince beklediğinin farkındayım.

Ben bu durumdayken, benim “espri anlayışı” hayli sorgulanması gereken arkadaşım Zeynep, elindeki kağıdın bir önünü bir arkasını çevirerek kendi kendine mırıldanıyordu.

Zeynep: Lan ne diyoduk ya? Hangisiydi? Bi Dakka Mehtap sen hiç kıpırdama şimdi

Ben: “Kıpırdamak” çok benim tercihime kalmış, opsiyonel bir davranış değil şu aşamada zaten

Zeynep: eheheh bence pek konuşma da…

Ben: ….??????

Zeynep: Komutları yazdık dı buraya lan?

Ben: “Kalk” desen?

Zeynep: Oğlum Almanca konuşuyor herif!

Ben: ….. “oğlum” what the fuck???!

Zeynep: Bi Dakka! Panik yok! Halledecem!

Bu arada şaka gibi, gelecek ama değil, ben yerde yatıyorum sakin bir şekilde ve bu arkadaş ki kendisi Almanmış- ön ayakları döşüme dayamış beni esir aldığını düşünüyor… Ki aldı, evet…

Zeynep: STEH!

Ve adam kalktı.

Zeynep: SİTZ!

Ve adam oturdu!

Kısa bir sessizliğin ardından son derece temkinli hareketlerle ve yavaşça toparlandım. Hayatımda gördüğüm en asil köpeğin bu olduğunu düşünmeye başlamıştım bile çünkü dümdüz bir omurgayla ve inanılmaz bir edayla oturuyordu.

Zeynep: Tanıştırayım, Mıstık

Ben: ??? “Mıstık”???

Zeynep: Evet

Ben: Böyle Mıstık mı olur lan? Mıstık diyeceğin köpek İstanbul tipi kavruk sokak köpeği olur anca. Sabah İstiklal’de çöp karıştırır falan. Akşamcılardan artan kokoreçleri yer.

Zeynep: Yok bunun Alman adı var da ben Mıstık demek istedim çünkü manyak bi ironi yok mu böyle olunca

Ben:… Var evet….

Zeynep: Nasıl köpek ama? Niye şok oldun ki dedim sana köpek aldım diye

Ben: Bu köpek değil ondan olabilir mi? Sen baya bi tabur, tümen almışsın. Donanma almışsın

Zeynep: Oğlum bu nasıl biliyo musun, K-9 eğitimiyle, pasaportuyla geldi

Ben: Tam olarak şöyle sorayım ben… WHAT THE FUCK?

Zeynep: Bak sesini yükseltme bi komutuma bakar, Mıstık adamın dilini götüne monte etmek üzere eğitim almış bir kardeşimiz… miş

Ben: “MİŞ?”

Zeynep: Bunu bir arkadaş almış, bakamayacakları için ne yapacağını bilememiş, yarı fiyatına ben aldım.

Ben: Ya … Ama … Köpek olayı öyle bir “kelepir” olayı değil. Ciddi sorumluluk, çocuk gibi, evlat gibi… Yani iyi düşündün mü? Bunlar bağlanıyorlar insana.

Zeynep: Düşündüm tabi ya, şu güzelliğe baksana

Zeynep’in iş temposunu ve yalnız anne olmanın getirdiği ağır yük ve sorumlulukları, vermek zorunda olduğu yaşam mücadelesini bildiğimden bu yoğunluk ve yorgunluk arasında böyle ciddi bir sorumluluğa yer var mıydı çok emin olamadım. Öte yandan bir sürü köpek sahibi insan vardı etrafta ve ben gözümde çok büyütüyor da olabilirdim. Çok karışmamın da doğru olmayacağını düşündüğümden fazla da ses etmedim.

Sonraki günlerde, hatta aylarda, zaman zaman Zeynep’i olmasa da Mıstığı muhakkak görmek için ofise gitmeye başlamış buldum kendimi. Giderken de mutlaka yanımda Mıstığın seveceği, köpeklere özel kurabiye ve çikolatalardan, oyuncaklardan, kemirme kemiklerinden ve çubuklarından götürüyordum. Mıstık beni görünce çok mutlu oluyordu aynı şekilde ben de onu görünce. O kocaman (ama gerçekten kocaman) köpeğin sevildiğini bildiği, sevdiği ve güvendiği insanların yanında nasıl bir yavru köpek gibi davrandığına inanamıyordum. Ayağa kalktığında benden uzun olan aslan parçasının o minik köpek kemirme çubuklarıyla oynaması alıp kaçırıp geri dönüp “gel de bul” diye beni oyuna çağırması inanılmazdı.

Zeynep: Sana bir şey söylüycem

Ben: Ne oldu?

Zeynep: Mıstık kaçtı! Bulamıyorum! Sokak sokak arıyorum, yardıma gelir misin?

Nasıl gittiğimi bilmiyorum. Neredeyse ağlayacaktım. İşte bundan ben köpek almıyordum! Tam da bu sebeple köpek almıyordum. Köpek diğer hayvanlar gibi değildi, köpekle bir bağ kuruluyor, arkadaş olunuyor ve ciddi şekilde bağlanılıyordu ve ben bu kısmında ciddi sıkıntıya giriyordum.

Gözyaşlarıma hiçbir şekilde engel olamayarak günlerce Mıstığı aradık, her yere haber bıraktık, Zeynep’in çıkardığı yerel dergiye çarşaf çarşaf resimlerini bastık. Mıstığı bulamadık.

Sonra bir gün, hep yardıma gittiğim hayvan barınağının veterineri beni aradı.

Salih Bey: Mehtap Hanım?

Ben: Buyrun?

Salih Bey: Çok emin eğilim ama sanırım sizin aradığınız Alman kurdunu az evvel zabıta ekipleri getirdi. Bana sizin ve Zeynep hanımın telefonunu bırakmıştınız, ona ulaşamadığım için sizi arıyorum. Bir bakın isterseniz.

Oğlum ve eşimi de yanıma alarak hiç vakit kaybetmeden barınağa gittik. Bahçede büyük köpekler için ayrılmış tel, oda gibi, kafesin içinde Mıstık en haşmetli haliyle sağa sola volta atıyordu. Görür görmez tanımıştım ve koşarak kafese kelimenin tam anlamıyla yapıştım. Mıstık beni görünce en az benim kadar heyecanlandı. Kalkıp kafese tutundu ve yine benden uzun oldu. Sanki yıllar sonra karşılaşmış iki eski arkadaş gibiydik. Ben “Mıstık, bitanem, nerelerdeydin, çok merak ettik” diyordum o da hayvan sahiplerinin bildiği o sesleri çıkararak sevinçten ağlıyordu.

Salih Bey: O galiba

Ben: Evet… Açar mısınız?

Salih Bey. Emin misiniz?

Ben: ?? Evet, tabi!

Veteriner, biraz da tırsarak, kapıyı araladı ve ben o aralıktan içeri sıvıştım. Anında kapıyı kapattı. Mıstık ön ayaklarıyla bana sarılmaya çalışınca ben o itmenin şiddetiyle gerisin geri tele çarptım. Ne kadar büyük ve kuvvetli olduğunu –sevdiği birini görünce- unutan, dünyanın en minnoş köpeğine dönüşen bu koca kurtla uzun uzun sarıldık. Uzun uzun ağladık…

Sonrasında Zeynep -tahmin ettiğim gibi- bu köpek olayının kendisi için çok kolay olmayacağını “öngörüp” Mıstığı başka birine “kelepir” sattı. Muhtemelen o biri de arkadaşlarına “K-9 eğitimli Alman kurdum” diye havasını atacaktı bir süre… O da, kendinden öncekiler gibi, sıkılana kadar…

Mıstık’la bir daha birbirimizi göremedik. Hala hatırladığımda gözlerim dolar. Güçlü, kuvvetli, eğitimli, zeki ve pek çoğumuzdan daha asil olup da köpekler hakkında pek de fikri olmayan insanların arasında oyuncak olmuş Mıstık kalbimi her hatırladığımda yakar.

Benim kalbim çok yanar hayvanlara. O yüzden hayvan almam, alamam ama elimden geldiğince, gücüm yettiğince, kimsesiz tüm hayvanlara -bağlanmamak için özel çaba harcayarak- bakarım. Veterinere götürürüm, ev yaparım, ilaçlarını alır veririm, karınlarını doyururum…

Sizden de ricam etrafınızdaki hayvanlara elinizden geldiğince yardımcı olmanız. Sadece kendi hayvanınıza değil, terk edilmiş, sahiplenilmemiş, hayata evinizdeki-bahçenizdeki kadar şanslı başlamamış tüm hayvanlara bir kap mamalık, bir kap suluk faydanız olsun.

Bir de ne olur ama ne olur….

Önce kendisini bilsin herkes, kendi limitlerini, sınırlarını bilsin, kendine dürüst olsun…

Ve bakamayacağı hayvandan uzak dursun…