BAZEN SÖYLEMEK LAZIM

8 bilemedin 9 yaşındaydım. Bütün hafta Cumartesi günü annemden alacağım harçlığın hayaliyle geçmişti. Elmas Büfe’ye gidecektim kardeşimle. Islak hamburger, sosisli sandviç ve limonata alacaktım. Haftanın bir günü abur cubur yememize izin vardı ve o zamanlar ıslak hamburger abur cubur sayılıyordu. İştahsız ve çelimsiz bir çocuktum. Annem üzülüyordu ve sırf bu yüzden hamburger yememe izin veriyordu.

Kardeşimin elinden tutmuş yürüyordum. O zaman yollarda az araba vardı. Uzaktan gelen Vosvos’u gördüm. Tam önümüzde ani bir fren yaptı. Vosvos bir kediye çarptı. Adam arabadan indi, kediye baktı, bir küfür savurdu ağzının kenarından, arabasına bindi. Adam gitti…
Ben, kardeşim yanımda, elinden sımsıkı tutmuşum… 8 bilemedin 9 yaşındayım…
Kardeşimi kaldırımda, “sakın kıpırdama” diye tembihleyip yola çıktım. Üzerimden hırkamı çıkarttım. Kediyi hırkama sardım.
Osmanbey’de bir veteriner vardı. Eve çok yakın da değildi ama bildiğim tek veteriner orasıydı. Bir elimde kardeşim, diğer elimde göğsüme yasladığım kedi. Yürüdük hızlı hızlı…
Veteriner kediyi kucağımdan aldı. Hırkamı bana geri verdi, “Tamam siz gidin” dedi. Ben itiraz ettim, “Param var, ne gerekiyorsa yapın lütfen“ dedim. Cebimden çıkarttığım harçlığımı veterinere uzattım. Veteriner bütün paramı aldı, kediye pansuman yaptı, iğne yaptı…
Kollarım kan olmuştu. Eve dönerken bir sürü yaprak koparttım. Yaprakları tükürükleyip kollarımdaki kanları sildim.
Eve döndüğümüzde saat geç olmuştu. Annem başımıza bir şey geldiğini zannettiği için çok kızmıştı. “Nerede kaldınız?”diye bağırdı öfkeyle. “Kardeşin sana emanetti, ne kadar sorumsuzsun, hırkan nerde, ne biçim çocuksun!” Annem beni odama yolladı. Akşam yemeğine kadar odamdan çıkmam yasaktı. Annem yemek yediğimizi düşündüğü için rahattı. Kardeşime “Ne istersin?” dedi çünkü o küçüktü. Onlar mutfağa gittiler ama ben odamdan çıkamadım, çıkmadım. Hayatımda ilk defa o gün açlıktan karnım guruldadı. Akşam yemeğine saatler vardı. 8 bilemedin 9 yaşımdaydım. İştahsız ve çelimsiz bir çocuktum. Karnım açtı ama o zaman bile mangal gibi yüreğim vardı. Hiçbir şey söylemedim anneme.

Çünkü yapılan iyilik anlatılmazdı!
Ama annem uzun süre beni sorumsuz bir çocuk sandı…

Bunu anlattım çünkü bilin, bu yapıda bir insanın şimdi yazacaklarımı yazması çok zor. Benim gibi insanların eline yapışır böyle yazılar, bir türlü çıkmaz.
Çünkü yapılan iyilik anlatılmaz!
Ama aradan neredeyse 30 sene geçti. Ben yine o kediyi alıp sahip çıkacak çocuğum ama bunun için bütün gün aç kalmayacak kadar da büyüdüm.
Çünkü öğrendim ki bugün geldiğimiz yerde, sadece benim bilmem yeterli değil.
Biz prematüre bebeklere dair kanun çıkarttık biliyorsunuz. Çok uğraştık, çok yorulduk ama üç ayda hallettik alnımızın akıyla. Bu iş için para toplayıp bilezik satmak dışında bir de dilekçe yazmaya zahmet etmiş yerler, kendileri halletmiş gibi haber yaptılar (hem de bizden on gün sonra) üzerinde durma dedi Pınar (Reyhan) durmadım.

Biz Avrupa Birliği Sosyal Sorumluluk Ödülünü aldık yaptığımız çalışmayla, “haber değeri yok” dediler. Sonra bir yazar bir yere bir tane tekerlekli sandalye hediye etmiş, büyük iş becermiş, çarşaf çarşaf röportaj vermiş, haber değeri varmış. “Bize ne?” dedi Pınar, umursamadım.

Biz veremle savaş haftasında dispanserlerle kontağa geçip, çocuğu verem hastası olan ihtiyaç sahibi aileleri tespit ettik. Evlerine gittik, yardım ettik, sponsorlarımızdan aldıklarımızı götürdük. Sponsorlarımızı bu ailelerin tedavi masraflarını karşılamaya ikna ettik.
Biz çocuğuna bakabilmek için fahişelik yapan kadınların evlerine gittik Pınar’la haberiniz var mı? Çocuklarının okul masraflarının karşılanmasını sağladık, etüd merkezlerine yazdırılmalarını sağladık, bu kadınlara iş bulduk. Bugün alınlarının akıyla biri bir temizlik firmasında, biri bir tekstil fabrikasında, biri bir reklam ajansının mutfağında çalışıyorlar.
Biz kocası tarafından öldüresiye dövülen, “kurtarın beni” diye bizi arayan kadınlara gittik. Yanımıza bizim Fatih’i ve Mehmet Abi’yi aldık adam bizi de dövmeye kalkarsa diye. Bu kadınları koruma evlerine yerleştirdik, belediyelerle kontağa geçtik, araya girdik, iş ayarladık, giyecek ayarladık, hallettik.
Biz hava soğuyunca maaşlarımızdan para ayırıp kömür aldık, fakir ailelere dağıttık.
Biz kocası tarafından zorla cinsel ilişkiye maruz kalan kadınların korunmalarına da, psikolojik yardım almalarına da yardımcı olduk.

Bize yazı veren uzmanlarımızı aradık, rica ettik, para almadan terapi yapmayı kabul ettirdik.

Biz, bize reklamını yapalım diye gönderilen kitapları köy okullarının kütüphanelerine dağıtıyoruz.
Biz perişan durumdaki Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kadın Doğum Bölümünü A’dan Z’ye yenilettik.
Bazen arkadaşlarım bana kızıyor, “Ne o sesin çıkmıyor?” diyorlar, haklılar…
Ama bilmiyorlar…

Geçen hafta bir kadın aradı bizi, adı bizde saklı.“Hastanedeyim, üç gün oldu, ölüyordum” dedi. Babası namus demiş, kocasıyla bir olmuş dövmüş. Kadın hemşireye yalvarmış, bizi aramış. Hayatımda ilk kez konuştuğum biri sanki bizi yıllardır tanırmış gibi “Mehtap, Pınar’a söyle, ölüyorum ben” dedi. Pınar “Gidelim” dedi.

Gittik…

Siz hiç bütün yüzü dayaktan çürümüş, şişmiş birini gözlerinden öptünüz mü? Saçlarında kurumuş kanları ıslak tuvalet kağıtlarıyla temizlemeye çalıştınız mı?Siz hiç, tanımadığınız ve paramparça olmuş bir kadının, “utanıyorum” dedi diye, apar topar gazete bayinden jilet alıp, koltuk altındaki tüyleri traş ettiniz mi?

Önümüzdeki hafta Bakırköy Kadın ve Çocuk Cezaevi’ne gidiyoruz, sırf başlarını sokacak bir yerleri olsun diye hamileliğinin 5 ya da 6. ayından sonra suç işleyip hapse giren kadınlarla, çocuklarını o koşullarda büyüten annelerle konuşucaz, ihtiyaçlarını karşılıycaz.
Arkadaşlarım “Senden ses çıkmıyor bu ara” derler bana, benden ses çıkmıyor bazen, evet…
Çünkü ben bazen çok bunalıyorum, ruhum içime kilitliyor kendini, konuşamıyorum, yazamıyorum…

Ben artık Pınar “Sizden gelen soruları yanıtlayacağım” dedikten 4 gün sonra köşesinden okurlardan gelen soruları yanıtlayanları, “Aaa o işi siz mi başardınız?” diyen halinden habersiz insanları, bize “Haber değeri yok” deyip daha azını haber yapanları, durduğu yerde köhnemiş, zamanının dışında kalmış ama koltuğuna da yapışmış olanları, sırf “ilişkileri” sayesinde bir yerde olan ve o yerde hiçbir şey yapmadan duranları, işini iyi yapana gözünü kapayıp “kendi adamını” kollayanları yok sayamıyorum.

“Yürüdüm yürüdüm, para verdiler şuraya bağışladım.”
“Bir röportaj yaptım, geliriyle bunu yaptım.”
Çok güzel, bir şey demiyorum, Allah bir işin ucundan tutan herkesten razı olsun ama…
Salı günleri benden neşeli yazılar bekleyen okurlarımdan özür diliyorum. “Bu ne şimdi?”diyeniniz de olabilir. Zaten bir süredir canım sıkkınken, üzerine bir de Esma Başeğmez isimli okur mail yazmış. Bizi, buradaki herkesi “Sosyete klübü, beyaz Türk, işe yaramaz, laylaylom, süslü, dünyadan habersiz, dandik” insanlar olmakla suçlamış. “Benim memem sarktı, kızımın kıçı pişti, hadi şimdi yemek yapalım insanları” demiş bize…
Benim bildiğim yapılan iyilik anlatılmazdı ama zaman değişmiş.
Madem başka türlü “değerimiz yok” o halde…

Artık anlatmak lazım…