KAVGAM

Bu haftaki yeni yazım için tıklayın… BİR TUHAF EKİP

Ve geçen haftaki yazım

KAVGAM

İnsan tehlikeli bir hayvan

Uzun süre aynı yerde yaşayanlar bilirler. Bir zaman sonra hemen herkes birbirini tanımaya başlar ve ciddi antisosyal birisi değilseniz, nerede olursanız olun, bir avlu-mahalle-köy kültürü gayri ihtiyari oluşur. Bahçeşehir’de bir ada sistemi var. Bizim blok, yanımızdaki diğer üç blokla birlikte bir ada oluyor. Bu dört apartman bir arada yönetiliyor. Etrafımız çevrili, kendi içimizde garip bir yaşam alanı oluşturmuş hâldeyiz ve her cins insan var. Ben 10 yıldan fazla zamandır buradayım, bizden eskiler ve yeni taşınanlar var. Ve hâlimiz tam Türkiye mozaiği…

Otoparkta karşılaştığımız yan blok komşularımızdan biri, bizi çocuğunun voleybol maçına çağırdı. Aynı gün Atahanlar’ın basketbol antrenmanı olduğu için gidemeyeceğimizi söyledik. Bu sırada arabasından alışveriş torbalarını boşaltan bir başka komşumuz, “Hayat çocukları oradan oraya taşımakla geçiyor” dedi ve durum ilginç bir hâl almaya başladı. Çünkü kalabalıklaşmaya başladık durduğumuz yerde…

Zuhal: Vallahi haklısın, servis şoförüne dönüştük gerçekten.

Sevil: Ben bir ara pilates yapıyordum aslında ama onu da boşladım şu aralar.

Ben: Ben en son ne zaman spor yaptım unuttum, tam facia.

Nadir Bey: Biz beyler arada aşağıda kendi aramızda futbol falan oynuyoruz ama. Siz de yürüyüş falan yapın hanımlar.

Sarhan: Valla abi, ben Enshin Karate’ye devam ediyorum. Bizim hanım bu ara fırsat bulamıyor hiçbir şeye, ben sporumu yapıyorum gayet güzel, her akşam evde de kürek çekiyorum, spor odası yaptım kendime, mis…

Handan: Ben, her sabah yürüyüş yapıyorum. En azından bunu yapıyorum yani.

Nihan: Ben, şu yeni açılan kulübe üye oldum, haftada üç gün yüzüyorum. Bakalım ne kadar devam edebilicem ama gidiyorum şimdilik.

Şimdi, hiç spor yapamadığını söyleyen herkes aslında haftanın belli günleri ritmik jimnastikçiye dönüşünce, benden bir tel atma sesi geldi ama oralı olmadım pek.

Zeki Bey: Valla ağızlar konuşmasın, eller ayaklar konuşsun. Nasılsa hafta sonu, var mısınız maça? Kendi sahamız var adada, kalabalığız da… basket, voleybol, futbol ne isterseniz, herkes hünerlerini göstersin, bir kere de çocuklar beklesin biz oynayalım o zaman.

Gülseren: Valla biz futbol oynamayız hanımlar olarak ama ben eski voleybolcuyum, voleybol oynarım.

Handan: Ahahaha voleybola bayılırım, harika! Bu akşam o halde, yemekten sonra burada buluşuyoruz. Güvenliğe söyleyelim voleybol ağını gersin, kar var diye kaldırmışlardı.

Zuhal: Harika, bu akşam dokuzda sahada o zaman arkadaşlar.

Sarhan: Ben gelirim de Mehtap oynayamaz, Mehtap voleybol bilmez.

Sevil: Hadi canım! Ahaha işte bu şaşırtıcı oldu. Sen her şeyi bilirmişsin gibi geliyor bana hep.

Zuhal: Şekerim ama gel, su falan verirsin bize aralarda, çocuklara göz kulak olursun hem.

Handan: Bilmiyo musun voleybol? Bişi yok ya, biz sana gösteririz, mutlaka gel.

Hande: Ahahaha senin de bilmediğin bir şeyler var demek ki.

Ben: Dokuzda burada görüşürüz!

Çünkü ben rekabeti severim…

Akşam;

Mustafa Bey: Mehtap Hanım, resmen pislik yapıyosunuz ama!

Ben: Aa? Ben? Ne münasebet?

Zuhal: Kızım vuruyosun ya dirseğinle! Böyle voleybol mu oynanır?

Ben: Ay morallerin mi bozuldu Zuhal, ne oldu? Su veriyim iç! Öğlen istedin diye getirdim yanımda ben.

Handan: Vurmuyo bi kere! Kolu çarptı kazayla.

Gülseren: Dirseğini bilerek ve isteyerek gözüme soktu!

Ben: Bir, “starla” böyle konuşmuyoruz ama ahahaha hiç uygun değil bu dil kalıpları.

Bir süre sonra;

Sarhan: Gıcıksın kızım! Gı-cık-sın! Kabul et bunu.

Handan: İtmedi, çarptı, yanlışlıkla.

Zeki Bey: Handan Hanım size göre Mehtap Hanım, hiç bilerek ve isteyerek yapmıyor bu hareketleri zaten.

Ben: Acıdı mı Zeki Bey? Buz getirelim mi?

Sevil: Oh-ha Mehtap! Daha bişi demiyorum ben sana. Resmen mızıyosun!

Ben: Ahahaha koskoca ben, inmişim burada, sahaları onurlandırmışım, ayakkabılarımdan şampanya falan içeceğiniz yerde gördüğüm muameleye bak!

Muharrem Bey: Mehtap Hanımcım belki biraz daha yumuşak davranmalıyız karşı takıma, bir de dilerseniz ben kuralları tekrar anlatayım size.

Ben: Ne anlatıcaksınız kuralları bana Muharrem Bey. Siz, beni kurallara bir anlatın, kurallar kendilerine çeki düzen versinler!

Sarhan: Egomanyak psikopat.

Handan: Aman amma ağladınız ya, amma hanım evladıymışsınız siz de! Ne var, kadın iki kere vurmuş çarpmış ne? Öff yani!

Ben: Sümüklü bunlar Handan! Sümüklü hanım evladı hepsi. Sümüklü Gülseren, sümüklü Gülseren! Ahahahaha.

Handan: Ay bunlar şimdi bizi annelerine de şikâyet ederler akşam ahahahahaa.

Sarhan: Çok ayıp ediyosunuz!

Ben: Konuşma, servisi karşıla, mızmız.

Gülseren: Bildiğin edepsizlikle işi götürüyosunuz orada.

Ben: Muharrem Bey fileyi yaklaştırın atıyorum, ahahaha.

Zuhal: Ben Mehtaplar’ın takımına geçmek istiyorum.

Muharrem Bey: Bu benim takımım, takım kaptanı benim.

Ben: Artık benim! Darbe yaptım, yönetimi ele geçirdim. Esasen darbe dahi yapmadım, doğal lider benim.

Maçı onlar aldı. Haliyle kaybettik. Ancak evlere dönerken garip bir şekilde (kaybettiğimiz halde), bizim takım çok daha fazla gülüyor, eğleniyor ve dalga geçiyordu. “Kazananlar” ise kazanmışlardı ama bir şekilde kendilerini kaybetmiş gibi hissediyorlardı.

O akşam, kapımızın önündeki sahada kırkına yaklaşmış ve aşmış bir grup komşum şunu öğrendi.

Kaybetmek göreceli bir kavramdır.

Ve;

“Önemli olan kavganın içindeki köpeğin büyüklüğü değil, köpeğin içindeki kavganın büyüklüğüdür.”

Birileri size, “Hayat size limon verirse limonata yapın” falan gibi saçmalıklarla yaşam dersi vermeye kalktığında ona deyin ki;

“Ben limona şekil vermeye çalışmaktansa, ona g*tümle gülmeyi tercih ediyorum. Daha hızlı ve kesin sonuç alıyorum.”

Herkese mutlu haftalar…