IRKÇI BİR YAZI DEĞİL BU AMA SEN NE İSEN ONU ANLAYACAKSIN

IRKÇI BİR YAZI DEĞİL BU AMA

Sen ne isen onu anlayacaksın

**

Zor bir yazı olacak ve ne zaman “başka bir şeyler” yazsam elinde bir avuç tuzla koşarak gelen gruptan yine linç yiyeceğim ama her Pazartesi bir yazı yazıyorum, bu haftanın konusu bu ve “ırkçı” diye tepelenme riskine rağmen oksijen vücudunda tam tur yapabilen bir azınlık tarafından anlaşılabileceğimi umuyorum.

 

Başlayalım o halde…

 

Malum –neden olduğunu anlayamamakla birlikte- Türkiye daha da çok uluslu bir ülke haline geldi. Arap kökenli halklar, göçmenler, sığınmacılar, Türk kökenli halklar, Azeriler, Özbekler, Almanlar, İngilizler (bunlar daha çok yazlık bölgelerdeler)… Çeşit çeşit halklarla bir arada yaşıyoruz artık. Evet, varlardı ama daha da arttılar farkında olduğunuz gibi. Bu şu demek farklı kültürlerden insanlarla bir arada yaşamaya çalışmak. Biz alışkınız çünkü bir zamanlar biz de Türkiye’de yaşamıyorduk ama belli ki onlar ilk defa başka bir ülkede yaşıyorlar… Çünkü … Bir tuhaf yani…

 

Yaşadığımız yerde İngiliz komşularımız var. Bu arkadaşlar buradaki bir özel okulda öğretmenler, karı-kocalar. Çocukları yok, bir köpekleri var. Bu komşularımıza bir çok kereler köpeklerini çocuk parkında ve basket sahasında kakaya çıkarmamalarını ve kakasını toplamaları ada yönetimince söylendi. “Tamam” diyorlar dinlemiyorlar. Küçük çocuğu olan komşularımız kendilerinden köpeklerini çocuk parkında kakaya çıkarmamalarını rica etti ve “tamam” dediler ve yine dinlemediler. Başka komşular bu arkadaşlara köpek kakası ve basketbol sahası olayının kabul edilemez olduğunu söyledi, tamam dediler ama değişen bir şey olmadı. Ada yönetimi kendilerine durumu yazılı bildirdi ve apartman girişlerine “köpeğiniz kaka yaptığında arkasından alın, bırakmayın” yazıları yazıldı, değişen bir şey yok. “Tamam” diyorlar ve köpeklerinin arkasını toplamıyorlar. Güvenlikteki çocuklar uyarıyor “tamam” diyorlar yine bir şey değişmiyor. Başka aileler var ve onların da köpeği var onlar böyle yapmıyor ama bu İngiliz aile… Çok ilginç… “Bu köpek buraya sıçacak ve ben değil siz temizleyeceksiniz” gibi bir tavır içinde. Hayır, bunu direkt böyle söylese buradan bir münazara başlatılabilecek belki ama “tamam” “ok, I am so sorry, it won’t happen again” ve yine aynı şey…

 

Adamızda bir de Iraklı komşular var artık. Bu arkadaşlara da eve hortumla su doldurup apartmana süpürmemek gerektiği anlatıldı, “tamam”  dediler ama aynen bunu yaptılar, eve su dolduruyorlar hortumla ve apartmanın içine süpürüyorlar. Bu konuda tekrar uyarıldılar ve alt katların tavanının aktığını söylediler. Bu sefer balkonu su ile doldurup halıları bu şekilde -suya basarak- yıkamaya çalıştılar. Tekrar uyarıldılar, kendilerine birkaç tane halı yıkama şirketinin telefonu verildi ve bu şekilde eve su doldurmamaları söylendi. “Tamam” dediler ve bu kez banyoyu su doldurdular, banyo tavanları aktı alt katın. Tekrar uyarıldılar ve yine “tamam” dediler ve yine salona hortumla su tutup yıkadılar… Sürekli uyarılıyorlar, komşular tarafından, ada yönetimi tarafından, güvenlik tarafından… İtiraz yok, “tamam” diyorlar, “ok, ok, we are gonna be good neighbours” ama değişen bir şey olmuyor, yine bildiklerini okuyorlar….

 

Şimdi bu iki durum da çok enteresan değil mi? Ben çok acayip buluyorum bu durumu. Biri İngiliz biri Iraklı ama ikisi de mankafa… Çünkü anlamıyorlar, umurlarında değil, dinlemiyorlar, aldırmıyorlar… Bir grup insanla bir arada yaşıyorlar ama o yaşam alanının kurallarını hiçe sayıyorlar. Sosyal yaşam kurallarını hiçe sayıyorlar.

 

Bakın burada yaşayan herkes de Koç sülalesinden, böyle yelkencilikle ilgilenen, antika toplayan, mavi kan değil. Biri bir yerlerini kıracak bunlardan birinin bir gün, sonra al sana “Bahçeşehir’de ırkçı saldırı” haberi… Böyle çıkıyordur bu haberler. Ben gazeteci olarak habere gidişi adım adım görüyorum. Bu insanlar aylardır, çeşitli şekillerde, zabıtaya bilgi verilerek de dahil olmak üzere uyarılıyorlar. Ya milletin tepesine salon akıyor ya birinin çocuğu parktaki kum havuzunda bokla oynuyor… Sürekli uyarılıyorlar ama değişen bir şey olmuyor… İnanılır gibi değil…

 

Geçen bir başka arkadaşla konuşuyoruz bu durumu… ‘Ben’ dedi ‘çok kızardım yurtdışında yaşayan Türklere yapılan muameleye… Ancak ne yazık ki şimdi anlıyorum o insanları. Almanya’da yaşayan Almanları, Fransa’da yaşayan Fransızları anlıyorum. Haklılar kızmakta….’

 

Haklılar…

 

Düşünsene Fransızsın. Baton ekmeğini, peynirini, şarabını almışsın, iş dönüşü eve doğru yürüyorsun ve birileri çeke çeke kuzu çıkarıyor yaşadığın apartmana. Kurban bayramında kesmeden önce evde besleyeceklermiş.

 

Almansın, üst katta bir tepişme, küvette koyun kesmişler…

 

Bağıra çağıra konuşmalar, ter kokmalar, sağa sola sümkürüp tükürmeler, penisi kaşıya kaşıya gezmeler…

 

Biz Berlin’e gittiğimizde gezmek için, metro’da, bir Alman da bisikletiyle binmişti ve benim elim bisikletine çarptı… Kadın öyle bir tavırla bisikleti benden çekti ki sanırsın bisiklet evladı ben de ne bileyim… Hortumum, fırtınayım falan… Böyle bir benden korumaya esirgemeye çalışarak… “Aa manyak” diye düşünmüştüm ama anlıyorum şimdi. Dokunduğumuz her şeyi mahvedeceğimizi düşünüyorlar artık, dokunduğumuz her şeye zarar vereceğimize inanıyorlar, ondan…

 

En son New York’ta alışveriş yaptık, kasadayız, önümüzde duran yaşlı, beyaz, Amerikalı kadının bize ve etraftaki diğer yabancılara bakışını hatırlıyorum. Daha seçim olmamıştı ve kadın o kadar büyük bir nefretle baktı ki hepimize, kocam “işte bunlar hep Trump’a oy verecekler ve kimse ihtimal vermiyor ama bunların oyuyla o adam başkan olacak” dedi. O kadını da anlıyorum. Ben öyle hissediyorum, destekliyorum, katılıyorum, onaylıyorum DEMİYORUM! Ama bize bakarken aklından ne geçtiğini tahmin edebiliyorum.  Neden yabancılardan rahatsız olduğunu, neden eski sakin günlere özlem duyduğunu tahmin edebiliyorum.

 

İnsanlarla yaşamak kolay değil. Geçen başka bir arkadaşımla konuşuyorduk, hayvanlarla iletişim esnasında zorlandığından bahsedip “insan seviyorum ben, insanlarla anlaşabiliyorum” dedi. “Esasında en zorunu yapıyorsun” dedim ben de. En zorunu yapıyor gerçekten de. Çok zor…

 

Birilerine bir şeyi nasıl yapması gerektiğini defalarca anlatıp yine de yapmamasına sakin kalmak çok zor. Birine bir ikazda bulunup değişen hiçbir şey olmamasına sakin olmak çok zor. Birine son derece basit “sosyal yaşam kurallarından” bahsedip, bunlara uyulmasını defalarca ve en nazik şekillerde rica edip, sonra bunlara hiç kulak asılmamasına ve bundan doğan zararlarla –maddi+manevi- uğraşmak durumunda kalmaya öfkelenmemek çok zor. Sürekli toleranslı, sakin, anlayışlı ve medeni olması gereken tarafta olmak, üstümüze bunun yapışmış olması çok zor.

 

Zor…

 

Ve eski ben olsam her gün karakoldaydık inanın… Bütün zabıtaları ismen tanıyordum çoktan falan…

 

Sadece diyeceğim, dünya her gün yaşanmaz bir hal alıyor sanki. Kendi kendimize ve birbirimizle bile işin içinden çıkamazken şimdi herkes her yerde ve ….

 

Hep dediğim gibi başka birilerinin ülkesinde azınlık olmaktansa kendi ülkemin azınlığı olmayı tercih ederim en azından burada “asil” sayılıyorum diğer türlü bir de varoş muamelesi göreceğim ki hakikaten bu yaştan sonra bunu kaldıramam. O kadar da “zen” değilim…

 

Olur ha, bir gün buralarda olamaz hale gelirsek de gideceğim yer (bugünkü keyfime göre, yarını bilemem) Yunan adaları onu da söyleyeyim. Kendimi tüm gün ayağımda terlikler, otlu peynir yiyip mopetle gezerken düşünebiliyorum.

 

Dünya dönüyor, yaşam şekillerimiz değişiyor, bol yeşil çay içelim, hayatı çok ciddiye almayalım belki de, onun yerine derin derin nefes alalım…

 

Ve göğe bakalım…