Her yere yetişmeye çalışırken soluksuz

Babam der ki; “İnsanın ters gitmeye görsün işi, zerde yerken kırılır dişi!”

Sedef “Bahtsız bedeviyi deve üstünde…” der. Her iki anlatım da doğru.

Korkunç stresli geçen üç hafta ve yarı deli gezdiğim perşembenin ardından, cuma akşam eve geldiğimde aklımdan geçen şöyleydi: “Bu hafta sonu ya hamam ya kapalı havuz. Belki masaj, şarap, peynir. Cumartesi-pazar kafa tatili yap ve pazartesi yeni bir hafta başlasın.”

Kırkıma geliyorum sevgili okur, yorgunum…

Daha ayakkabılarımı çıkarırken, yedi senedir bizde çalışan Leyla topa girdi:

Leyla: Mehtap Hanım senle çok önemli bir şey konuşmam lazım.

Ben: Söyle tatlım.

Leyla: Hatırlıyor musun, biz buralarda olmuyor artık köye dönsek falan diyorduk. 10 gün sonra temelli köye dönüyoruz. Senin benim yerime birini bulman lazım.

Ben: Dalga mı geçiyosun benle Leyla?

Leyla: Yok Mehtap Hanım biz gidiyoruz 10 gün sonra.

Bu, çalışan her annenin gayet iyi bildiği; “Ulan çocuk n’olucak” ile “Al Allah’ım canımı artık” arası duygu, avaz avaz bağırmakla, ağlamak istemek arasındaki pis hissiyat…

Hızla aklından geçen arkadaş isimleri; “Handan, Müge, Sunay, Havva, Gül, Isabel …” diye sıralayıp” Herkese haber vereyim, bana birini bulsunlar” paniği…

Ben: Leyla bugün mü belli oldu temelli köye döneceğiniz? 10 günde çocuğumu emanet edeceğim adamı nerden bulucam ben? Atahan’dan bahsediyoruz Leyla, ütüye adam aramıyoruz!

Leyla: Ya ne kızıyosun Mehtap Hanım ben de üzgünüm!

Ben: Leyla duvarlarımdaki orijinal Nuri Bilge Ceylan fotoğraflarını düşürdün, cam çerçeve bir yere gitti, “Ferahlıktır boşver” dedim. Evde bir tane takım su bardağı, yemek tabağı kalmadı “Canın sağolsun” dedim. 7 senede dört elektrik süpürgesi değiştirdin “Boşver alırız” dedim. “Leyla, on gün sonra gidiyorum, yerime çocuğunu bırakacağın birini bul” diyorsun, öpiyim mi ben seni?

Leyla’yla ilişkimiz hep tuhaf oldu bizim zaten. Abla kardeş, gelin kaynana arasında kaldık zaman içinde. Ben işteyken Leyla telefon açar bana;

Leyla: Mehtap hanım napıyon?

Ben: Toplantıdayım, söyle, bişi mi var? Atahan iyi mi?

Leyla: Atahan iyi, panik yapma hemen. Bu çekmecelerin hali ne demek için aradım ben seni. Ben dün böyle mi bıraktım bu çekmeceleri? Ben bu evi toplayıp çıkıyorum, bir akşam evdesin, sabah geliyorum her yer ayakta! Ne dağınık kadınsın sen ya!

Ben: Leyla manyak mısın bacım?

Leyla: Çekmeceden bir tane don seç, bütün çekmeceyi dağıtma! Alacağını al çekmeceyi kapa! ÇTONK!

Ben: Alo? Alo? Leyla?

Bu kadar da değil, bu ne ki hatta…

Leyla: Bu ne bu?

Ben: Börek yapalım diye yufka.

Leyla: Yufka mı bu? Bu ne nevresim gibi? İnce al demedim mi sana yufkayı kırk kere? Kaç yaşına geldin hala bi yufka almayı beceremiyosun sen! İçime sinmiyo bu yufkayla yapılan börek. Rezil ediyosun beni gelen gidene. Millet senin yufka almayı beceremediğini bilmez de beni beceriksiz beller. Bunu mu ikram edicen misafirine? Git şimdi… Marketten al yufkayı. Onunkisi incecik böyle…

Ben: İyi be iyi tamam, söylenme!

Bu kadar da değil tabi. Leyla kızını evlendirecekti bu yaz. Bir ay bana gelemeyecek diye yerine birini ayarladı. Bir ay sonra geldi eve, kendi arkadaşının da son günü o gün. İkimize de kafayla girdi!

Leyla: Bütün düzenim alt üst olmuş, her yer her yerde! Ben bu evi böyle mi düzenliyorum! Atahan’ın çorap çekmecesinde atletleri ne geziyor? CD’ler televizyonun altında olmayacak, orda olunca dağıtıyor Atahan! Ütü ütü gibi değil, tüm gömleklerin yeniden ütülenmesi lazım. Cık, cık, cık… Bir ay gittim şu hale bak. Kadınlar kadın değil ki!

Ben: Ben de seni özledim Leyloşum, korkma senin yerini kimseler tutamaz.

Leyloşum köye geri dönüyor. Yedi yıl neler yaşadık, neler geçirdik biz onla.

Servis ablası Atahan’ı yaramazlık yaptı diye okula şikayet edeceğini söylediğinde, ablayı Leyla’nın elinden zor almışlar mesela.

Bir gün olsun ben evde yokken evi arayan arkadaşımı haber vermedi.

“Kızım Ebru aramış niye söylemiyosun?” dediğimde “Arayan yine arasın” dedi işin içinden çıktı. Bir kez bakkalın çırağına ya da sucuya bahşiş vermedi, beni müsriflikle suçladı.

Peki niye durdu Leyla bizde? Çünkü Leyla evin adamıydı. Arkamdan yüzüğümü bileziğimi toplayıp “Yok anam yok, biz kimseyi sokamayız bu eve, kadının her şeyi ortada” diye kızardı.

Pantolonlarımla yıkanan paraları ütüleyip cüzdanıma yerleştirirdi.

Oğlumun ensesindeydi hep; sebzesini yedi mi, meyvesini yedi mi, keyfi yerinde mi, Leyla kontrol ederdi ben gelene kadar.

Akşam eve bir gelirdim bütün koltukların yeri değişmiş, ben evlenirken ananemin çeyizime ördüğü danteller evin her yerine dağıtılmış.

Koltuklardan başka şey sallanıyor televizyondan başka…

Ve ben bir hafta -sırf kalbi kırılmasın diye- televizyon dahil her yerde tutardım o dantelleri. Akşam o gidince gizlice kaldırıp, sabah gelmeden tekrar dizerdim.

Leyla Cumartesi sabahı çok güvendiği bir arkadaşını işten çıkarttırıp bana getirdi.

“Selma iyidir, güvenebilirsin. Temizdir, zekidir, beceriklidir, benden de iyi yemek yapar.
Aylıkçı gidiyordu bi yere, çıkarttırdım ordan beğenirsen sana gelecek ama Selma gelsin. Senin kıçını ancak Selma toplar. Atahan’la da iyi anlaşır. Sen beceriksizsin, dağınıksın, herkesle yapamazsın” dedi.

Selma hayretler içinde bir Leyla’ya bir bana baktı. Büyük ihtimalle “Bu nasıl bir konuşma şekli” diye düşündü.

Artık hayatımızda Selma var. Leyla beğendiğine göre iyi olsa gerek, ben de hoşlandım, güzel bir gülümsemesi var.
O da bana “İyi bir kadına benziyorsun” dedi. Ne kadar sürecek, kalıcı mı gidici mi bilmiyorum. Çalışan her anne gibi elim yüreğimde, “Bu da giderse n’olurum, n’aparım, nerden bulurum!” tadındayım.

Bir keresinde Pınar’la (Reyhan) konuşuyorduk da “En çok bizi parfüm kokuları içinde, topuklu ayakkabılarla, tüm işi yardımcıya yıkmış, b*k gibi para kazanan, tembel kadınlar zannetmelerine içerliyoruz” demiştik.

Evdeki yardımcıyı ayrı, kocayı ayrı, çocuğu ayrı, çocuğun okulunu ayrı, iş yerini ayrı, anne-baba-kayınvalide-kayınpeder grubunu ayrı, sosyal hayatı-arkadaşları ayrı idare etmeye çalışan…

Hem veli toplantısında hem iş toplantısında, hem evde hem yatakta, sürekli elinden gelenin en iyisini yapmaya, bir şeylere yetişmeye çalışan ve yetişemediği için sürekli vicdan azabı çeken yorgun kadınlarız sadece.

Kimimizin adı Leyla, kimimizin Mehtap…

İsimler değişse de, altında dikildiğimiz şemsiye aynı neticede.