Her ölümlü çaresiz kalır

Herhalde artık benim “direnişçi” bir kadın olduğumu söylememe gerek kalmamıştır. Zaten “her sanatçı gibi” duygularını uç noktalarda yaşayan bir insanım, bir de son zamanlarda sizlerden aldığım gazla yüzümün yarısını maviye boyayıp sokakta “fıriiidıııımm”* diye bağırarak koşmuyorsam, bilin ki gerçekten koca sözü dinlediğim için.

Ancak her ölümlü gibi benim de karşısında çaresiz olduğum insanlar var.

Kayınvalidem gibi…

Kayınvalidemler akşam bize geldiler. Ve her zamanki gibi yüzünde güller açıyor, çok mutlu hayatından. Bir insanın hayatın her anından bu kadar zevk alması çok ürkütücü sevgili okur. İçtiği kahveden bana çarptığı lafa kadar, her saniyenin tadını çıkarabilen bu tanımlayamadığım yaşam formu karşısında ancak hayret edebiliyorum.

Kayınvalidem: Mehtap kızım, sen bir ilaç kullanmışsın zayıflamışsın.

Ben: …..

Kayınvalidem: Sarhan söyledi, “Mehtap bir ilaç kullandı zayıfladı” dedi.

Ben: ….

Kayınvalidem: Sarhan hangi ilaçtı o?

Ben: İlaç değil. Bitkisel bir şey.

Kayınvalidem: Sonuçta bir kapsül içinde satılıyor değil mi?

Ben: Hayır anne. Ben sabah erken saatlerde, Yağmur Ormanları’ndan, Alp Dağları’nın eteklerinden mevzu bahis bitkiyi toplayıp, havanda döverek öğütüp, güneşte kurutup öyle yutuyorum. Kaşık marifetiyle.

Kayınvalidem: Sonuçta kapsülde hap.

Ben: Ve bu teknolojinin sonuçlarından biri. Mesela artık gaz lambası da kullanmıyoruz değil mi? O misal…

Kayınvalidem: Ben ilaç kullanarak zayıflamaya karşıyım

Ben: …

Kayınvalidem: Ve senin bu cahilce hareketlerine de bir anlam veremiyorum. Sanırım yaşın ilerledikçe böyle yaşlılık bunalımı gibi bir şeye giriyorsun. Yoksa böyle bir mantıksızlık yapmazdın sen.

Ben: Sarhan

Sarhan: Hım

Ben: Sarhan canım! Ben çay mı koyayım çay toplamaya mı gideyim, ben nerelere gideyim, ne yapayım ben?

Sarhan: Doğru diyor annem. Ben de karşıyım senin abuk sabuk şeyler kullanmana

Ben: …..

Kayınvalidemleri yolcu ettikten sonra;

Ben: Ya sen neden bana dair özel bilgileri gidip annenle paylaşıyosun ki? Ne yapıyim ben seni? Hı? Napiim ben seni? Yahu adam! Sen benle kaç senedir evlisin? Hı? Kaç? Hala neye kızacağımı bilmiyo musun benim?

Sarhan: Ben bişi demedim ki

Ben: Nerden biliyo o zaman Sarhan? Hı? Nerden biliyor? Kadın ya erdi içine doğuyor ya da bizim evi dinletiyor! Hangisi? Bunu bilmek benim hakkım!

Sarhan: Ya annem ben bu ara çok kilo aldım falan dediyse belki ben de o ara söylemiş olabilirim hatırlamıyorum.

Ben: ….

Sarhan: ….

Ben: Cidden ben ne kadar salak görünüyorum o mesafeden? Dur cevap verme vazgeçtim! Çünkü şimdi söyleyeceğin herhangi bir şeyi bir zaman sonra hatırlamama ihtimalin var. Ve o zaman benim yapacağım nefs-i müdafa sayılmayacak.

Çaresizlik, ne diyeceğini, bilememe, şaşırıp kalma…. Benim çok sık yaşadığım durumlar bunlar. Misal; Gönül’le telefonda konuşuyoruz:

Gönül: Bir insan hakkında -yazdığı yazıya bakarak- fikir edinmek mümkün. Sen şimdi böyle diyorsun ama ben bir yazı hatırlıyorum. Uçak yolculuğu söz konusuydu ve uçakta düşmekten korkan bir yolcu vardı ve bu manyak “düşüyoruz düşüyoruz diye şaka yapıp eğleniyordu”. Adam düşmekten korkuyorsa bunla dalga geçmeye gerek var mı? Böyle bir ruh hastasından, bu yazıyı yazan manyaktan ne bekliyeceksin ki?

Ben: ….

Gönül: Hasta işte, belli!

Ben: Gönül. O yazıyı ben yazmıştım.

Gönül:…. Evet. Ben de diyorum ki zaten ben çok hızlı okuduğum için yazıları bazen karışıklık olabiliyor. Asıl olarak bunu anlatmaya çalışıyordum. Şimdi ben çaprazlama okuyorum yazıları biliyo musun. Ondan yani.

Bir de tam on ikiden vurup, yine söyleyecek söz bulamadığınız zamanlar var….

Misal; Nurcan bir tartışma esnasında her tarafı yatıştırmaya, arayı bulmaya çalışan kişi oldu aramızda. Ben bunu fark edince çok eğlendim bu durumla çünkü böyle bir takım psikoanaliz yaklaşımlar, çocuğuyla konuşur gibi bir garip tavır çok keyifli. Ama kendi kendime dedim ki “bunun akıl hocası kim?” Peşin hükümlü davranıp mahcup olmamak için Nurcan’a telefon açıp “ne iş?” diye sormaya karar verdim. Telefon çalıyor ve Nurcan telefonu açıyor:

Nurcan (kısık sesle): Alo?

Ben: Nurcan, benim Mehtap, müsait misin?

Nurcan (kısık sesle): Ben şu anda Üstün Dökmen’in konferansındayım….

Ben: Nıhahahahahaaha, yemin et, ahahahaa, inanmıyorum Nurcan

Nurcan: (kısık sesle ama  gülerek): Noldu? Söyle noldu?

Ben: Ahahahahahaha, Nurcan ölüyorum, tamam kapa kapa, dersi kaçırma, ahahahahaa

Nurcan (kısık sesle ve gülerek): Dur kapama, çok merak ederim şimdi. Allah aşkına söyle

Ben: Ahahahaha, selam söyle Üstün Hoca’ya ehehiha, dinle dinle konferansı, bize lazım bi deli doktoru, ne öğrensen kar, ahahahaha, ay ölücem

Nurcan: Allah iyiliğini versin

Ben: Valla Nurcanım moralini bozmak istemem de ben öyle çok hoca yedim, ehihehehi, sen yine dinle ama bana işlemez, ehahiahehei, ay koptum valla

Bazen haklı olmak işte böyle eğlencelidir.

Ve bazen değildir:

Ben: Anneni karıştırma şu işe Allah Peygamber rızası için. Perişan edicek bizi (telefon çalar, kayınvalidem arar):

Kayınvalidem: Mehtap kızım, menüde paçanga böreği var? Tam olarak ne maksatla?

Ben: Hiç! Düşündüm taşındım ben bu konuklara nasıl bir pislik yapsam dedim ve birden aklıma geldi. PAÇANGA BÖREĞİ!

Kayınvalidem: Çok avam olmamış mı? Ben münasip bulmadım!

Ben: Çok haklısınız. Bu sebepledir ki akabinde saray burması, vezir parmağı, dilber dudağı gibi tatlı menüsünde bilimum Osmanlı’dan sakatat dayayıp arayı kapamayı planlıyorum.

Kayınvalidem: ……

Ben: Paçanga böreği üzerinden nasıl bir maksat güdebilir insan anne?

Kayınvalidem: Münasip değil.

Ben: Peki.

İnsan bazen çaresizdir.

Ama hayat böyle güzeldir.

Her ölümlü çaresiz kalır” için bir yorum

  1. Sende öylesin, Dert ortağımızsın, arkadaşımızsın, sırdaşımızsın…

    Yazılarında bizleride görmek ayrı bir keyif veriyor insana…

    🙂

Yorumlar kapalı.