BİR TUHAF EKİP

Yeni yazım için tıklayınız KISA KISA…

Ve bu haftaki yazım;

BİR TUHAF EKİP

Bir garip dörtlü

Her şey mail kutuma düşen bir ilanla başladı. Kafamızı dağıtmak, iş hayatının stresinden uzaklaşmak, ekip ruhunun dibini bulmak, sakinlemek ve yenilenmek üzere bir günlük, kısa bir aktivite söz konusuydu. Birden kendimi dört kişilik rezervasyon yaptırırken buldum. Melek (Baykal) Abla, Hülya (Sepken), Betül (Özenç) ve ben…

İçine elma dilimleri atılmış sularla falan karşılanıp, odalarımıza yerleştikten sonra, ilk aktiviteye katılmak üzere bir alana çağrıldık. Burada bizden başka, yaklaşık 20 kişi daha vardı ve herkes ne yapacağını merak eder gözlerle birbirine bakıyordu. Biz hariç. Biz, başka türlü davranıyorduk.

Melek Abla: Sen bir atkı alsaydın boynuna Mehtap, hasta olucaksın, başımıza iş açacaksın sonra

Betül: Mehtap gitsin atkı alıp gelsin odasından. Melek’çim o esnada sana ıhlamur söyleyelim istersen, daha yeni düzeldi senin de sesin. Hülya, sen yemekte ne yiyeceğimizi öğren istersen, ben görevlilerle konuşayım ve bu etkinliğe ne kadar zaman ayırabileceğimizi söyleyeyim.

Ben: Zannederim bizim ne kadar zaman ayıracağımıza göre işlemiyor sistem Betül.

Hülya: Kadında meslek deformasyonu var. Her şeyi yönetmek zorunda hissediyor kendini. Rejide değilsin Betül.

Betül: Sürekli kulağında kulaklık, Blackberry üzerinden yaşayan birinin meslek deformasyonundan söz etmesi ilginç oldu gerçekten!

Melek Abla: Mehtap, iyi olacak diye bizi buraya getirdin; olmazsa dövmeye senden başlayacağımı bil evlatcım!

Ben: Melek Abla hiç merak etme. Çok güzel olucak, acayip ekip ruhu falan yapıcaz, bak yurt dışında da bu tip etkinlikler çok oluyor, mesela Amerika’da….

Hülya: Bizim bütün meselemiz de bu zaten, fazla elitist kalıyorsun gündüz kuşağı için, fazla beyaz Türksün, fazla snopsun, “Amerika’da bilmem ne yapıyolarmış”!

Betül: Kuzucum sen şimdi git önce atkını al. Giderken resepsiyondan geçeceksin ya nasılsa, Melek’le kendine ıhlamur söyle, bu aktiviteye 45 dakika ayırdığımızı da belirt gel kuzucum.

Ben: 45 dakika kemiksiz mi yoksa araya bant ya da reklam girecek misin Betül? Ahahahaha

Bu esnada yanımıza gelen “koçlar” bize susmamızı ve konsantre olmamızı söylediler. Ben ve Melek Abla süper konsantre olduk sevgili okur. Betül kesinlikle olamadı çünkü sürekli ışık nereden daha iyi geliyor, ne tarafta duralım, rüzgar ne yönde esiyor gibi, bizim aslında hiç karışmamamız gereken meselelerle koçları perişan etti.

Koç: Şimdi böyle yan yana durmanız gerekiyor.

Betül: Hayır bence çiftli duralım.

Koç: Betül Hanım bize bırakın.

Betül: Size bırakınca ortaya çok çirkin bir görüntü çıkıyor. Farklı boylarda 4 kadını peşpeşe dizmek olmaz ki! Bizi belli proporsiyonlarla, ikili dizerseniz daha estetik görünür her şey!

Bu arada elinden zorla Blackberry’si alınan Hülya gerçekten koçları intiharın eşiğine getirdi.

Koç: Hülya Hanım şimdi gözlerini kapatın.

Hülya: Neden?

Koç: Kapatın ve kendinizi arkaya bırakın, korkmayın, partneriniz sizi tutacak.

Hülya: Ya tutmazsa?

Koç: Tutacak Hülya Hanım. Bana güvenin. Bakın, bu çalışmanın maksadı zaten bu güven duygusunu geliştirmek.

Hülya: Partnerim kim? Kim tutacak?

Ben: Ehehehehe, tahmin et!

Hülya: Mümkün değil olmaz! Asla kabul etmiyorum! Bu kadın şaka yapacam diye tutmaz, çekilir, kafayı gözü kırarım burada ben. Böyle garip, manyak bir espri anlayışı var. Hem sen burada vakit kaybedeceğine, git magazin eklerini falan oku ne olmuş!

Ben: Aşk olsun Hülya, bırak kendini, yapmam öyle bişi, tutucam söz, unut magazini beş dakka.

Hülya: Sen magazinci değilsin işte. Ve bizim bütün problemimiz bu!

İlerleyen saatlerde;

Ben: Melek Abla bırak kendini tutarım ben.

Melek Abla: Gözümüzü de kapatıyoduk dimi?

Hülya: Melek sakın! Bi yerine bişi olur falan, yahu böyle bırakmalı salmalı oynamak zorunda mıyız? Başka bir şey yapalım.

Betül: Koç diyorduk değil mi? Güzel! Koç bizim size ayırdığımız sürenin sonuna geldik. Şimdi içeri geçiyoruz ve orada Türk kahvesi içeceğiz hep birlikte.

Ben: Kapa gözünü Melek Abla, bırak kendini, ben tutarım.

Hülya: Kapama Melek.

Betül: Ben, bu gözünü kapatıp kendini bırakma olaylarının demode olduğunu ve zaten bu hareketlerin görsel olarak da –hangi açıdan bakarsak bakalım-, çekici görünmediğini söylemeliyim kuzucuğum.

Hülya: Ben telefonumu geri istiyorum şu an, şu dakika, derhal!

Ben: Melek Abla bırak kendini.

Melek Abla: Bana bak, sıkı tut, pazartesi yayın var!

Hülya: Telefonum nerede?

Betül: O telefonun bir üst modeli daha estetik görünüyor aslında..

Melek Abla: Aaaaa! Bu ne ya! Delilerin arasında kaldım! Bana bakın herkes kendini bırakıyor, yatın yere! ŞİMDİ!

Sevgili okur,  birinci dünya savaşını anlatan filmlerde, düşman uçakları hava saldırısına geçtiğinde herkesin kendini yere attığı sahneler vardır, bombalardan korunmak için…. Can havliyle ve hızla… Betül, Hülya ve ben kendimizi aynen öyle yere attık bir anda.

Kafamızı tekrar kaldırmaya cesaret ettiğimizde, Melek Abla söylene söylene ıhlamur içmeye gidiyordu…