Babalar başı eğik durmamalı…

Herkesin masumiyetini yitirdiği bir an vardır. Bazılarımız bunu anı hatırlayacak kadar insanlığını yitirmemiştir sadece.

Osmanbey.

Hava yağmurlu, kış. Ortaokul talebesiyim. Yağmurluğumu boğazıma kadar örtmüşüm, kafamda şapka, sırtımda çantam hızlı adımlarla okuldan eve dönüyorum.

Hotiç’in önünden Karaca’nın önüne devam eden üstgeçide çıkıyorum. Yürürken üstgeçidin merdivenlerine birikmiş sulara basıyorum. Lacivert külotlu yün çoraplarım kirli yağmur sularının lekelerini saklıyor. Saklamasa da ne farkeder. Eve dönüyorum…

Üstgeçitte hızla ilerlerken, yağmurun altında dikilmiş gömlekli bir adam dikkatimi çekiyor. Gideceğim yönde durduğundan adama doğru ilerliyorum. Adam başı önde, gözleri neredeyse kapalı, gömleği sırılsıklam dikiliyor biraz ileride. Elinde ceket var.

Ceketi.

Öyle duruyor…

Tam yanından geçerken “satılık ceket” diyor varla yok arası bir sesle. Birden dönüp adama bakıyorum, adımlarım yavaşlamış, 40-45 yaşlarında, sırılsıklam, başı önünde duruyor.

Babamı düşünüyorum bir an. Aynı yaşlardaki babamı. Ne kadar mağrur durduğunu, ne kadar dik olduğunu, avukat cüppesinin nasıl yakıştığını. Babamla ne kadar gurur duyduğumu…

Adama bakıyorum, ceketi elinde yağmurun altında, başı önünde. Olası kızları geliyor gözümün önüne.

Babalar başı eğik durmamalı…

Koşar adımlarla eve ilerliyorum. Yağmurluğumun şapkası kayıyor başımdan, umursamıyorum.

Saçlarım sırılsıklam, yağmur kirpiklerimden süzülüyor. Yaşlı teyzeler geçiyor yanımdan, ellerinde şemsiyeler, yağmura rağmen topuklu ayakkabılar…

Ah, o zamanların Osmanbey’i. Birbirinden şık, kırmızı rujlu Rum kadınlar, Ermeni kadınlar…

Eve geliyorum, annem yok. Koşarak odama gidiyorum çamurlu ayakkabılarımı çıkarmadan.

“Annem çok kızacak” diye geçiyor aklımdan ama umursamıyorum. Kavanozumu açıyorum yatağımın altından çıkarıp. Biriktirdiğim tüm parayı cebime doldurup, yağmurluğumun cep fermuarını çekiyorum düşmesin diye. Çantamı atıp yere, elimde sadece evimizin anahtarı, YİNE koşarak dışarı çıkıyorum.

Üstgeçide gidiyorum.

Yağmur dünyaya değil bir tek bana yağıyor sanki. Adamın başı önündeki halini aklımdan çıkaramıyorum. Karanlık bir akşamüstü, üstüm başım su, çamur, etrafımdaki kalabalığa aldırmadan, koşuyorum.

Üstgeçide geldiğimde amcayı hala yağmurun altında beklerken buluyorum. Ceketi elinde, başı hala önünde. Karşısında duruyorum nefes nefese. İkimizde yağmurun altındayız, sırılsıklam. Amca bana bakıyor bir an, bu sefer benim gözlerim yerde. Utanıyorum…

Hiçbir şey söylemiyorum, cebimin fermuarını açıp içinden tüm paramı çıkarıyorum.

Avucumun içinde sıkıyorum parayı utanarak, ellerim yumruk, ellerim yağmur. Yeteceğinden neredeyse eminim, bayram harçlıklarım da içinde, aylardır biriktiriyorum zaten. İki tane gameboy alacaktım o parayla, bir bana bir kardeşime.

Islak yumruğumu adama uzatıyorum. Bana bakıyor, elini uzatıyor bana, paramı avucuna bırakıyorum. Parasını…

Hiçbirşey söylemiyoruz birbirimize. Amca ceketini giyiyor sırtına. Gülümsüyorum. Gözlerim dolu dolu.

Amca evine gidiyor, hayalimdeki kızlarına

Ben eve dönüyorum, babama

Ertesi gün okul dönüşü aynı yerde, aynı üstgeçidin aynı üst noktasında, aynı amca duruyor.

Başı önünde, gözleri kısık, yağmurdan sırılsıklam yine.

Elinde başka bir ceketle…

Gün gelir bütün çocuklar masumiyetlerini yitirirler.

Bütün mesele ne kadar insan kalabildiğimizde…